Eski Yunan’dan başlayalım yazımıza, eskiyi severiz. Sımsıkı sarılıyız köklerimize. Açıktır
nedeni: Yenilik korkutur, risktir yeni, değişimdir. Oysa eski öyle mi? Mis gibi bilindik, sımsıcak
tanıdık melodilerle sarmalanmış… Sıkıca sarar sarmalar bizi. Tam saramasa bile, bizi hiç
saramayacak olandan iyidir. Çünkü yeninin eskimiz kadar olamama ihtimali de durur cepte
bir ihtimal olarak. Ve bunu kucaklamak, gelecek olana meydan okumak, o kadar kolay
değildir. Belki de hiç değildir. Kolay olmak da nedir ayrıca, nerede vardır? Kim kaybetmiştir ki
biz bulacağızdır?
Herakleitos, eşitliğe ve dolayısıyla demokrasiye inanmayan bir düşünürdü. Ona göre halk,
anlayışsız ve her şeyin dış görünüşüne inanan bir yığından ibaretti. Buna göre yönetim, eşit
kabul edilen vatandaşa bırakılmaması gereken ciddi bir işti. Bu önemli görev, seçkin(elit) bir
azınlığın hakkı olmalıydı.
Günümüzde söz sahibi olan siyasi anlayışlar da değişerek ve belki de gelişerek oluşmuştur.
Elbette oluşumlarında eski Yunan düşünürlerinin ve demokrasi eleştirilerinin payını
görmezden gelemeyiz. 19.yüzyılda önce Hegel’in ortaya koyduğu ardından Marks’ın
geliştirdiği diyalektik yönteminin kökleri de Herakleitos düşüncesinden evrilmiştir aslında.
Buna göre evren sürekli bir oluş, bir süreçtir. Evrende zıtlıklar sürekli olarak çatışır, birbirini
izler. Sıcak soğuk olur, soğuk da sıcak… Yaş kuru olur, kuru da yaş... “Aynı nehirde iki kere
yıkanılmaz.” der Herakleitos. Neden mi? Çünkü sular da değişir; akar, gider. Bugünkü nehir
artık dünkü nehir değildir. O su başka su ile yer değiştirmiş, ‘başka’ olmuştur. Görüntünün
aynı olması, içinin aynı kaldığını ne kadar doğrular? Görünen dünkünün aynıdır ama sadece
görünüşte dünküne benzer.
Kendimize çevirdiğimizde aynayı, ki oldukça zordur, hangimiz aynı kaldığımızı düşünüyoruz
bugün? Mesela şunu görebiliriz: Doğadaki diğer canlılara göre daha korunaksız ve aciz bir
durumda olan insan, türünü devam ettirebilmek için topluluk halinde yaşamak ve
yardımlaşmak zorundadır. Toplu yaşama zorunluluğunun farkına varan insanlar, iş bölümüne
dayalı bir sözleşmenin mecburiyetini kavramış ve devlet de aslında bu gereklilikten
doğmuştur. İnsan, değişime mecburdur. Değişmiştir, değişecektir. Belki de buna mahkumdur.
Bazen tek kelime öyle değiştirir ki algımızı; alternatif seçmek/getirmek belki ondan tercihimiz
olur; benim olduğu gibi, tam da şu anda. Bu bile değişime, tercihe açık oluşumuzu
doğrulamaz da ne yapar? Sürekli bir evrilme içinde olan insan, Herakleitos’un dediği gibi bir
yığından ibaret olmadığı da kanıtlamıştır. Çünkü söz konusu yaklaşım insanın doğasına,
sözleşme kuramına aykırıdır. Bunu ilk ifade cesaretinde bulunan sofistler kadar olamasak da
aynı toplum içinde yaşayan insanların bu kadar farklı denklemlerde yer almalarının toplumun
temel yasasına yani sözleşmeye aykırı olduğunu bizler de görebiliyoruz. Ve bu çok değerli ve
doğru bir gözlem ve maalesef… Doğru olan, şu anda algılanan, duyulan, istenen ve
özlenendir. O bile çağa göre değişirken…
Her şey değişir, gelişerek ya da dönüşerek…