Skip to main content

Site blog

EFE UYGUR
by EFE UYGUR - Friday, 16 May 2025, 2:20 PM
Anyone in the world

Unplugged (Ekransız) Robotik Kodlama

Geçmişin izinden hareketle, bugüne hitap eden, geleceğe ışık olmaya çalışan, öğrencilere rehber olan 21. yüzyılın öğretmenleri için yeni gelişmeleri takip etmek, 21. yüzyıl becerilerine hakim olmak ve alan bilgilerini güncellemek son derece önemli bir hale gelmiştir. Eğitim öğretim alanındaki yeniliklerden birisi de “Unplugged (Ekransız) Robotik Kodlama” çalışmalarıdır.

 

              21. yüzyıl becerileri içerisinde problem çözme, eleştirel düşünme, yaratıcılık gibi nitelikler öne çıkmaktadır. Bu niteliklerin edinilmesine zemin hazırlayacak olan çalışmalar ise “Unplugged (Ekransız) Robotik Kodlama” etkinlikleridir. En net tanımıyla ekransız robotik kodlama, herhangi bir dijital cihaz kullanmadan problem çözmeyi, algoritmik düşünmeyi, kodlamayı öğreten bir yöntemdir. Algoritma, problemin çözümü için ya da belirlenen bir hedefe ulaşabilmek adına adım adım ilerleyen, belirli olan talimatlardır. Adım sırası ve uygulama süreci belli kuralları ifade eder. Algoritmik düşünme becerisi de bu süreci destekleyen problemin küçük adımlara bölünerek her adımda sistematik biçimde ilerlenebilmesini sağlayan bir niteliktir. Kodlama becerisi de bilgisayarlara veya robotlara adım adım ne yapılması gerektiğini anlatma sanatıdır. Bu beceri de öğrencilere problem çözme ve düşüncelerini düzenli biçimde ifade etme yetkinliklerini kazandırır. Özetle ekransız robotik kodlamaya ait tüm bu özellikler 21. yüzyıl becerilerini içererek ilkokul öğrencilerinin akademik gelişmelerine son derece pozitif katkılar sunmaktadır.

 

Çalışmaların içerikleri farklı biçimlerde kurgulanabilir. Hedefe ulaşabilme mantığını esas alan etkinliklerle, adım adım ilerlenen planlanan çalışmalar yürütülebilir. Çocuklar için basit robotik setler kullanılarak süreç oyunlaştırılabilir, günlük yaşamla kolaylıkla ilişkilendirilebilir.  Çeşitli kodlama oyunlarıyla adım adım talimat oluşturma, talimatları uygulama ve sonuçlarını gözlemleme fırsatı sunulabilir. İlkokul öğrencilerinin adım adım düşünmelerine imkan tanıyacak bulmacalar veya puzzle aktiviteleri tercih edilebilir. Ders sürecinin içerisine algoritma oluşturma, sayma, sıralama, eşleştirme, sınıflandırma gibi ilkokul seviyesi için çok önemli olan bu becerilere hitap eden etkinlikler entegre edilebilir. Bütün bu etkinlikler ilkokul öğrencilerinin sayma, sıralama, eşleştirme, büyüklük küçüklük, az ve çok, örüntü tanıma, basit sıralama yapma, ölçme, karşılaştırma, yer yön bilgisi gibi farklı birçok nitelikte gelişimini destekleyecektir. Çalışmalar hem akademik seviyeyi, ulaşılmak istenen çıktıların niteliğini hem de algoritmik düşünme becerisi ile problem çözme becerisini geliştirmeye fırsat sunacaktır.

Tags:
[ Modified: Friday, 16 May 2025, 2:33 PM ]
 
Anyone in the world

 

Hepimiz, zamanın akıp gidişini durduramayız; ancak bir parçasını yakalayıp geleceğe bırakabiliriz. Düşünün, yıllar sonrasından biri bu satırları okuyor. Belki bugünün seslerini, umutlarını ve hikayelerini merak ediyor. Bir dijital zaman kapsülü yaratmak, insanlığın hayalleriyle dolu bir hazineyi geleceğe ulaştırmak demektir. Ve şu soruyu sorar: Geleceğe ne anlatırdık?

Küçük Prens bir keresinde şöyle demişti: “Büyüklere her şeyi açıklamak gerekir zaten.” Bizim zamanımızın özü de bu olabilir: açıklama ihtiyacı ve paylaşma arzusu... Ancak bu kapsül sadece kelimelerden daha fazlasını saklamalı.

Bir çocuğun kahkahası, bir yağmur damlasının sesi, bir martının özgürce kanatlanışı… Richard Bach’ın söylediği gibi: “Özgürlük, kimsenin seni olduğundan başka biri olmaya zorlayamayacağını anlamaktır.” Belki de kapsülün içeriği bu duyguyu yakalamalı: Özgür bir dünyanın sesi... Peki bu, geleceğe bırakmak için yeterli mi?

Bir zaman kapsülüne en çok ne yakışır? Hayallerimiz! Paulo Coelho’nun Simyacı adlı eserinde dediği gibi: “Eğer bir şeyi gerçekten istersen, tüm evren onu gerçekleştirmek için iş birliği yapar.” Hayallerimizi kapsüle koymak demek, geleceğe bir mesaj bırakmak demektir:

“Biz bu hayalleri kurduk. Peki ya siz, onları gerçekleştirebildiniz mi?”

Bir fotoğraf, bir şarkı, bir kısa mektup... Bunlar yalnızca bir anı değil, bir duygudur. Bir şeyleri hissettirmek, bir anın izini taşımak gelecekle bir köprü kurmak demektir. Kapsüle koyduğunuz bir müzik parçası, geleceğin zihinlerinde şimdi bizde olan bu hisleri uyandırabilir.

Bu kapsüle sadece hikayeler ve hayaller koymak değil; aynı zamanda zorluklarımızı, sorularımızı ve umutlarımızı da ekleyebiliriz.

Benim mesajım geleceğe şu olurdu:

“Dünyamızı sevgiyle şekillendirin. Biz buradaydık, hatalarımız ve başarılarımızla… Umarım siz, bizim hayal ettiğimizden daha adil ve sevgi dolu bir dünya kurmuşsunuzdur.”

Peki ya sizin mesajınız ne olurdu? Geleceğe bırakmak istediğiniz izler nelerdir? Unutmayın, her hayal bir zaman kapsülüdür. Onu şimdiden doldurmaya başlayalım. Şimdi, hayal kurma zamanı...

 

Geçmişten İlham: Ünlü Zaman Kapsülleri

İçeriği doldurmadan önce, geçmişte yapılan zaman kapsüllerini incelemek ilham verici olabilir. İnsanlık tarihindeki bu kapsüller, hayallerimizi, anılarımızı ve kültürel değerlerimizi saklamayı amaçlamıştır. İşte bazı ünlü zaman kapsülü projeleri:

 

Ben Ne Koyardım?

Eğer bir zaman kapsülü hazırlayacak olsaydım:

  1. Günümüz insanlarının umutlarını ve korkularını anlatan mektuplar...

  2. Çocukların hayallerindeki geleceği çizen resimler...

  3. Bugünün teknoloji simgeleri: elektronik eşyalar, en çok izlenen filmler ve şarkı listeleri...

  4. Sanat eserlerinden örnekler...

Bunlara ek olarak, doğa ile ilgili öğeler eklerdim. Örneğin:

  • Okyanus suyu, bitki tohumları ve çeşitli toprak örnekleri. Doğa, insanlık için hem bir kaynak hem de bir sığınak olmuştur. Geleceğe doğayla ilgili parçalar bırakmak, hem bir hatırlatma hem de bir ilham kaynağı olabilir.

Doğanın kıymetini bilmek, onu korumak ve yeniden keşfetmek… Biz insanlık olarak bunu çok başarabildiğimizi düşünmüyorum. Ama belki sizler daha iyisini yapabilirsiniz.

“Doğaya dönüp onu yeniden kucaklayabildiniz mi?”

Son olarak şu soruları eklerdim:

  • “Bizim çözmeye çalıştığımız sorunları nasıl ele aldınız?”

  • “Teknolojiyi nasıl daha iyi bir dünya yaratmak için kullandınız?”

Sizin Zaman Kapsülünüzde Neler Olurdu?
Eğer siz bir zaman kapsülü hazırlayacak olsaydınız, içine ne koyardınız?

Her zaman hayallerimizi ve umutlarımızı paylaşarak bir iz bırakabiliriz. Haydi, bir zaman kapsülü hayal etmeye başlayalım.

 

 
Anyone in the world

Öğrenme süreci, bireyin bilgi ve becerilerini geliştirmesiyle şekillenen dinamik bir yolculuktur. Ancak bu yolculuğa nasıl yaklaştığımız, başarımızı ve motivasyonumuzu belirleyen en önemli unsurlardan biridir. Zihniyet, bireyin yetenekleri ve zekâsı hakkındaki temel inançlarını ifade eder. Carol Dweck’in (2006) zihniyet kuramına göre, insanlar genellikle iki farklı düşünce yapısına sahiptir: sabit düşünce yapısı ve gelişim odaklı düşünce yapısı. 

Öğrencilerimizin öğrenmeye, başarıya ve başarısızlığa nasıl yaklaştıklarını hiç düşündünüz mü? 

Bir öğrencinin "Ben zaten matematikte kötüyüm, asla düzeltemem" dediğini duymak, onun sabit düşünce yapısına sahip olduğunu gösterirken; "Bunu şu an yapamıyorum ama çalışarak geliştirebilirim" ifadesi, gelişim odaklı bir zihniyetin işaretidir. Eğitimciler olarak, öğrencilerimizin potansiyellerini ortaya çıkarmalarında büyük bir rol oynuyoruz. Onların öğrenme süreçlerine ve karşılaştıkları zorluklara bakış açılarını nasıl şekillendirdiğimiz, akademik başarıları ve kişisel gelişimleri üzerinde derin etkiler yaratabilir.

Dweck’e (2006) göre sabit düşünce yapısına sahip bireyler, zekânın ve yeteneklerin doğuştan geldiğine ve değiştirilemeyeceğine inanır. Bu düşünce yapısındaki öğrenciler, hata yapmaktan çekinir ve zorlayıcı durumlarla karşılaştıklarında genellikle geri adım atarlar. Onlar için başarısızlık, yetersizliğin bir kanıtıdır. Öte yandan, gelişim odaklı düşünce yapısına sahip öğrenciler zekânın ve becerilerin çaba, strateji ve geri bildirimle geliştirilebileceğine inanır. Karşılaştıkları zorlukları birer öğrenme fırsatı olarak görürler ve başarısızlığı kalıcı bir durum olarak değil, gelişimin doğal bir parçası olarak değerlendirirler (Yeager & Dweck, 2012).

Eğitimciler olarak, sınıflarımızda gelişim odaklı düşünce yapısını nasıl teşvik edebiliriz? Öncelikle, öğrencilerin yalnızca sonuçlarına değil, gösterdikleri çabaya ve uyguladıkları stratejilere odaklanmalıyız. Mueller ve Dweck’in (1998) araştırmaları, öğrencilere zekâları için övgüde bulunmanın onları sabit düşünce yapısına yönlendirebileceğini, ancak süreç ve çaba odaklı geri bildirimlerin gelişim odaklı bir yaklaşımı desteklediğini ortaya koymaktadır. Örneğin, "Ne kadar zekisin!" gibi bir övgü, öğrencinin doğal yeteneğinin sabit olduğu mesajını verebilirken; "Bu sorunu çözmek için harika bir strateji geliştirdin!" gibi bir geri bildirim, öğrencinin çabasına ve problem çözme sürecine vurgu yaparak gelişim odaklı düşünce yapısını destekleyebilir.

Ayrıca, öğrencilerin hata yapmaktan korkmamalarını sağlamak için öğrenme ortamlarımızı güvenli ve destekleyici hale getirmeliyiz. Beynin öğrenme sırasında nasıl geliştiğini açıklayan etkinlikler düzenlemek, öğrencilerin yeteneklerinin değiştirilemez olmadığını anlamalarına yardımcı olabilir (Boaler, 2016). Örneğin, "Beyin kas gibidir, ne kadar çok çalıştırırsan o kadar güçlenir" gibi açıklamalar, öğrencilerin öğrenmeye dair bakış açılarını değiştirebilir. Bu tür mesajlarla öğrencilerin hata yapmaktan çekinmemelerini ve başarısızlıkları öğrenme sürecinin doğal bir parçası olarak görmelerini sağlayabiliriz.

Bunun yanı sıra, öğrencilere "Henüz başaramadım" diyebilme alışkanlığını kazandırmak, öğrenmenin uzun vadeli bir süreç olduğunu vurgulamak açısından önemli bir adımdır. "Başarısız oldum" yerine "Henüz başaramadım" diyebilmek, öğrencinin kendine duyduğu güveni ve motivasyonunu artırabilir. Bu noktada, biz öğretmenlerin öğrencilere model olması da büyük önem taşır. Kendi öğrenme süreçlerimizde yaşadığımız zorlukları ve bunları nasıl aştığımızı paylaşarak, öğrencilerimize gelişim odaklı düşünce yapısının bir alışkanlık haline getirilebileceğini gösterebiliriz.

Eğitim, sadece bilgi aktarmak değil, aynı zamanda öğrencilerimize öğrenmeye ve gelişime açık bir bakış açısı kazandırmaktır. Gelişim odaklı bir sınıf kültürü oluşturduğumuzda, öğrencilerimizin yalnızca akademik başarılarını değil, aynı zamanda özgüvenlerini, problem çözme becerilerini ve hayat boyu sürecek öğrenme meraklarını da desteklemiş oluruz. Unutulmamalıyız ki, öğrencilerimizin öğrenmeye ve başarıya dair zihniyetlerini şekillendiren en büyük faktörlerden biri biz eğitimcileriz. Onlara, çabanın ve azmin başarıyı nasıl şekillendirdiğini göstermek, öğrencilerimizin gelecekteki başarıları için en anlamlı yatırımlardan biri olabilir.

 

Kaynakça

  • Boaler, J. (2016). Mathematical mindsets: Unleashing students' potential through creative math, inspiring messages and innovative teaching. Jossey-Bass.

  • Dweck, C. S. (2006). Mindset: The new psychology of success. Random House.

  • Mueller, C. M., & Dweck, C. S. (1998). Praise for intelligence can undermine children's motivation and performance. Journal of Personality and Social Psychology, 75(1), 33–52. https://doi.org/10.1037/0022-3514.75.1.33

  • Yeager, D. S., & Dweck, C. S. (2012). Mindsets that promote resilience: When students believe that personal characteristics can be developed. Educational Psychologist, 47(4), 302–314. https://doi.org/10.1080/00461520.2012.722805

 
Anyone in the world

 

Burçak Günday Tuna  Bilişim Teknolojileri Öğretmeni

Burçak Günday Tuna

Bilişim Teknolojileri Öğretmeni

 

Yapay zekâ karışık işleri insanoğlundan daha iyi ve anlamlı yapma, birden ve birbirinden farklı probleme dikkat kesilerek sorunların çözümüne ilişkin, öğrenme, mantıksal akıl yürütme gibi beceri ve kapasiteye sahip bir beyin gibi çalışan ve çalışmalarda süreklilik sağlayabilen bir bilim dalı olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda yapay zekanın; durumu bir uzman olarak ele alıp performans üretme, olası problem çözümleri içerisinden çözüme en yakın tahmini yapma, insan ile doğal dil iletişimini sağlayabilme, şekilleri, yüzleri, özellikleri vb. otomatik olarak tanıma yeteneklerine sahip olduğu ifade edilmektedir (Singh, Mishra ve Sagar, 2013, s.1).Yapay zeka günümüzde oldukça gelişmiş ve neredeyse her alanda kullanılmaktadır. Özellikle üreten yapay zeka eğitim alanında  hem öğretmenlerin hem de öğrencilerin gündeminde olmuş ve yapılan çalışmalarda sıklıkla destek alınan bir bilim dalı haline gelmeye başlamıştır.

Bu doğrultuda öğrencilerin de gelişen teknoloji ile yapay zeka ile farkındalıklarının sağlanması ve gelişerek değişen sistemi takip edebilmeleri, üreten nesiller olabilmeleri için öğretmenlerinin bakış açılarının ve ders işleyişlerinin bu doğrultuda olabilmesi büyük önem arz etmektedir.

Ortaokul öğretmenlerinin  eğitimde yapay zeka kullanımına yönelik farkındalık ve gereksinimlerini saptayarak nelere ihtiyaçları olduğunu, ne gibi zorluklar yaşanacağını, kullananlar ve sınıfında uygulayan öğretmenlerin geri bildirimlerinin neler olduğunu sorgulamasından yola çıkarak 7.sınıf öğrencim ile küçük bir araştırma yaptık. Bu araştırma sonucunda neler yapılabilir, nasıl gelişme gösterilebilinir, aksaklıklara nasıl çözümler bulunabilir bunu tespit etmek istedik. Süreci daha iyi duruma getirebilmek ve diğer öğretmenlerin Yapay zeka ile ilgili genel tutum ve çalışmalarını inceleyerek eğitim alanında yapay zeka ile ilgili  öğretmenlerin görüşlerine ışık tutabilmek adına yaptığımız bir çalışmayı sizlerle de paylaşmak istedim.Yapılan araştırmaların ışığında; 

      Ortaokul öğretmenleri yapay zeka teknolojisi hakkında ne kadar bilgi sahibidir?

      Öğretmenler, yapay zekayı eğitim süreçlerine nasıl entegre etmek istemektedir?

      Öğretmenler, yapay zeka kullanımında hangi zorluklarla karşılaşmaktadır?

      Yapay zekayı sınıflarında uygulayan öğretmenler, bu deneyimleri hakkında neler söylemektedir?

      Yapay zeka kullanımının eğitimde daha yaygınlaşması için neler yapılabilir? gibi sorulara yanıt aradık.

Hem devlet okulundan hemde özel okuldan oluşmak üzere toplam 30 öğretmen ile görüşme yaptık. Sosyal Bilgiler, Matematik, Fen Bilgisi, Görsel Sanatlar, Müzik, Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık, Bilişim Teknolojileri, Beden Eğitimi, Sınıf Öğretmenliği, İngilizce, Türkçe gibi birçok farklı branştan öğretmenlerin cevapları ile sorularımıza yanıtlar aradık.Yapay zeka hakkında öğretmenler, işleri kolaylaştıran, insan benzeri davranışları sergileme davranışı gösteren, hayatı kolaylaştıran, chat gpt, canva, gemini, madlen gibi yapay zeka araçlarını kullanarak sorunlarını çözmeye çalıştıklarını dile getirmişlerdir. Verilen cevaplar arasında 3 öğretmenimiz konu ile bilgisinin olmadığını ya da az olduğunu dile getirmiştir.

Yapılan görüşmeler sonucunda 6 öğretmenimiz yapay zeka aracını kullanmıyorken diğer öğretmenlerimiz genellikle Chat Gpt, Suno, Canva, Gemini, Madlen, Veed gibi araçların isimlerini vererek kullandıklarını dile getirmiştir. Genel olarak cevaplar incelendiğinde öğretmenler, soru sormak, plan yazmak, kendi branşları ile ilgili çalışmalar yapmak, yönerge hazırlamak ve akademik çalışmalar için kullandığını söylemiştir. 

Yapılan görüşmeler sonucunda 13 öğretmen derslerinde yapay zeka araçlarını kullanmadığını dile getirmiştir. Kalan 17 öğretmen; derslerinde sunum hazırlama, şarkı sözü yazma, farklılaştırılmış çalışmalar yapma, yeni ürünler tasarlama, ders planları oluşturma, etkinlik tasarlama için yapay zeka araçlarını kullandıklarını belirtmişlerdir.

Yapay zekanın öğrenci başarısına etkisi üzerine sorular yönetildiğinde;

“Her öğrencinin ihtiyaçları farklıdır,yapay zeka bu özellikleri göz önünde bulundurur. Ayrıca yapay zeka veriyi tutar,analizini yapar ve ilerlemenin izlenmesiyle öğrenciye yardımcı olur.” Yapılan görüşmeler sonucunda öğretmenler doğru kullanıldığı takdirde araştırma yapmada , bilgiye ulaşmada, yol gösterici olmasında, bireysel öğrenme sürecine katkı sağladığı düşüncesindedir.Ancak cevapların bir kısmıda öğrencileri tembelleştirdiği, yaratıcılıklarına sınır koyduğu, hazır içeriğe hızla eriştiği için araştırma becerilerini zayıflattığı, araştırmalar sonunda sorgulama yapılmadığı gibi düşünceler ve geri bildirimlerde yer almaktadır.

Yapay zeka araçlarını kullanan öğretmenler yapay zekanın sınırlılık ve zorluklarını dile getirirken; yanlış bilgilerin yer aldığı, uygulamaların limitli olması ve pro olması, istenilen ile verilen yanıtın aynı olmaması, çözümlerin doğru olmaması ve yönlendirme gerektirmesi gibi zorluklarla karşılaştıklarını dile getirmişlerdir.  Çözüm olarak öğretmenler prompt yazımı konusunda gelişme gösterdikçe, doğru teknikleri kullanarak yapay zekanın anlayacağı dilde konuştuklarında daha net sonuçlar elde ettiklerini ve bir çok araç olduğunu birinde yanlışlık ve eksiklik varsa diğerinde bunu giderebileceklerini dile getirmişlerdir. Ayrıca araştırmaya katılım sağlayan öğretmenler derslerde yapay zeka uygulamalarının kullanılabilmesi için eğitimlerin olması gerektiği düşüncesinde, öğretmen eğitimleri, okul yönetiminin konu ile ilgili teşvik etmesi ve motivasyon sağlaması, gereken materyallerin öğretmenlere sağlanması ile öğretmenlerde derslerinde kullanmak istediğini belirtmektedir.

Yapılan araştırmaya bakıldığında öğretmenlerin eğitimde yapay zeka kullanımına yönelik farkındalıklarının olduğunu, bilgi sahibi olduklarını, birçoğunun kullandığını, eğitimde entegrasyonu için çalışmalar yapıldığını görmekteyiz. Kullanmayan öğretmenler ise gelişen yapay zeka araçlarının farkında, bu araçlar ile neler yapabileceklerini ve nasıl kullanacaklarını tam olarak bilmediği için kullanmayı tercih etmemektedir.

KAYNAKLAR

1)     Aytekin, N., Aşık, F., Yıldız, A., Kılınç, S., Adalı, R., & Kurnaz, K. (2023). Yapay zekânın eğitime etkileri. International Journal of Social and Humanities Sciences Research, 10(98), 2100-2107. https://doi.org/10.5281/zenodo.8307107

2)    Can, E. (2023). Yapay zeka sistemlerinin siber suçlarla mücadeledeki rolü: Bilişim ve uluslararası hukuk incelemesi. Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 27(3), 345-382. https://doi.org/10.34246/ahbvuhfd.1306712

3)    Coşkun, F., & Gülleroğlu, H. D. (2021). Yapay zekanın tarih içindeki gelişimi ve eğitimde kullanılması. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 54(3), 947-966.  https://doi.org/10.30964/auebfd.916220

4)    Güzey, C., Çakır, O., Athar, M. H., Yurdaöz, E., & Saad, S. (2023). Eğitimde yapay zeka konusunda yapılmış çalışmaların içerik analizi, Bilgi ve İletişim Teknolojileri Dergisi, 5(1), 66-77. https://doi.org/10.53694/bited.1060730

5)    İşler, B., & Kılıç, M. (2021). Eğitimde yapay zekâ kullanımı ve gelişimi. Yeni Medya Elektronik Dergisi, 5(1), 1-11. Karaca, B. ve Telli, G. (2019). Yapay zekanın çeşitli süreçlerdeki rolü ve tahminleme fonksiyonu. G. Telli (Ed.), Yapay zeka ve gelecek içinde (ss. 172-185). İstanbul: Doğu Kitapevi.

6)    McCarthy, J. (2007). From here to human-level AI. Artificial Intelligence, 171(18),1174-1182.  https://doi.org/10.1016/j.artint.2007.10.009 

7)    Singh G/Mishra A/Sagar D, “An Overview of Artificial Intelligence”, SBIT Journal of Sciences and Technology, 2(1), 2020, s. 1-4.

8)    Sevil, Ş., & Saralar-Aras, İ. (2024). Eğitimde kullanılan yapay zekâ araçları: Öğretmen el kitabı. Mustafa Canlı (Genel Yay. Yön.), Sümeyye Hatice Eral (Ed.). Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü.

 

BURÇAK GÜNDAY TUNA

BİLİŞİM TEKNOLOJİLERİ ÖĞRETMENİ

 

[ Modified: Friday, 9 May 2025, 1:48 PM ]
 
Anyone in the world

İbrahim Şen

 

YAPAY ZEKÂDA ETİK: “KÜBRA” ÜZERİNE BİR İNCELEME 

 

Değişen dijital dünyada yapay zekâ (YZ); eğitimden spora, spordan sanata, sanattan ekonomiye kadar hayatımızın hemen her noktasında kendini göstermeyi başarmıştır. Teknoloji felsefesinin bu dinamik yapıda en önemli konularından biri haline gelen YZ etiği, geleneksel ahlak anlayışımızın da yeniden tanımlanmasını ve sorgulanmasını gündeme getirmektedir. Şeffaflık, mahremiyet ve güvenlik gibi geniş çapta tartışılan sorunlarla birlikte YZ ile tasarlanmış makinelerin insanın yerini alacağı ve birçok insanı işsiz bırakacağı yönünde büyük kaygılar yer almaktadır.

 

Aslına bakılırsa tüm teknolojik ürünlerde olduğu gibi YZ uygulamalarının da tarafsız bir yapı arz etmesi gerekmektedir. YZ aracının hem tasarlanma sürecinde hem de kullanım aşamasında toplumsal yaşama dair yapıcı ya da yıkıcı etkisinin de göz önünde bulundurulması ve ahlaksal bağlamda hassasiyet gözetilmesi gerekmektedir. Tüm bu etik kurallardan yoksun ya da etik yolla oluşturulsa da bu doğrultuda kullanılmayan bir YZ aracının bir bireyin ya da kitlelerin elinde çok tehlikeli bir silaha dönüşmesi de mümkündür. İşte tam da bu noktada karşımıza çıkan ve Afşin Kum tarafından kaleme alınan “Kübra” edebiyat dünyasında yeni bir infialin sinyallerini de beraberinde getirdi. Salt bir roman olmaktan çok daha öteye giden “Kübra” varoluş sorunsalından hareketle akla, vicdana, inanca ve yönetime bir YZ perspektifinden bakarak okurlarına değişen dünyayı dolambaçsız bir şekilde aktarırken aynı zamanda YZ ürünlerinin etiği üzerine yeniden düşünmemizi de sağladı. İnsanlık tarihinin en güçlü ve en eski güdülerinden biri olan iktidar aşkını, inancın odağında insan ve YZ ile ele alan roman, son dönemde aşina olduğumuz postmodern peygamber kavramını da tekrar gözlerimizin önüne sermeyi başardı. Karar mekanizmasının giderek insandan makineye kaydığı bir dünyada ilerleyen “Kübra” için Afşin Kum: ‘’Kontrolü makineye verdiğimiz her noktada, insanın derinlemesine çözümleyemediği ama içten içe her insanda olduğunu bildiği bir sağduyudan ve vicdandan feragat etmek zorunda kalmamız mümkündür. Yani makineler, insandan gizli kötü niyetler peşinde koşmayacaklar büyük ihtimalle ama insanların verdiği görevleri yerine getirmeye çalışırken konulması gerektiğini kimse akıl edemediği için konulmayan sınırlar yüzünden kontrolden çıkabilirler.’’ derken YZ ürünlerindeki etik sorununa da kendi bakışıyla dikkat çekmektedir. Yazarın perspektifini kendi ifadelerimizle ilişkilendirdiğimizde ortaya çıkacak sonuç, YZ uygulamalarında etik kontrollerin elzem bir husus arz etmesi konusudur.

 

“Var olan hiçbir şey, Allah’ın istediğinden farklı olmuş değildir.” (S.48) ifadesinin de okuru YZ araçlarının tasarım aşamasına götürdüğü aşikârdır. Bir YZ aracı tasarlanırken amaç ve hedef odaklı olmanın yanı sıra şeffaf olunması ve art niyet barındıracak sonuçlardan uzak durulması oldukça önemlidir. Şeffaflık ve açıklıkla oluşturulacak algoritmalarda veri etiği ve adaletini sağlayabilmek için adil ve tarafsız kararlar alınması birinci koşul olarak dile getirilebilir. Bunun yanı sıra şirketler ve devletler, YZ araçlarının iş gücüne olan etkisini minimize etmeli, bireysel hakları gözetmeli, hesap verebilirlik ve yasal düzenlemelerle YZ araçlarının etik standartlara uygun bir şekilde kullanılmasını sağlamalıdır. Daha adil ve kontrollü bir toplum yaratabilmek adına da uluslararası sözleşmeler ve standartlar oluşturulmalıdır.

 

Hayatın her alanında kendini gösteren teknoloji ölümle tanışmayacak ancak YZ araçlarıyla teknolojinin şekil değiştirdiğini ve hemen her gün yeni bir oluşumla karşımıza çıktığını da unutmamak gerekir. Bırakın bu ürünler hayatımızı kolaylaştırmaya devam etsin yeter ki etikten yoksun olmasın. Biliyoruz ki hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, tıpkı Kübra’nın hikâyesinde olduğu gibi.

 

Denge  Kübra

 

İbrahim Sefa ŞEN

Tags:
[ Modified: Thursday, 17 April 2025, 12:11 PM ]
 
Anyone in the world

image.png

Okuduğunu Anlamayı Kolaylaştırmak: Okunabilirlik

Çocukların okuma becerilerinin gelişimi, bilişsel ve dilsel gelişimlerinin temelini oluşturur. Okuma anlama becerisi, dilin yapı taşlarından biri olan temel dil becerilerinin kazanılmasında kritik bir role sahiptir. Bu nedenle, çocuklara yönelik metinlerin okunabilirlik düzeyinin, çocukların metinlerden maksimum fayda sağlayabilmeleri için uygun olması gerekmektedir.

Peki, nedir bu ‘okunabilirlik’?

Okunabilirlik kelimesi kulağa biraz bilimsel gelse de, aslında çok basit bir anlamı var: Bir metnin ne kadar kolay anlaşıldığı.  Karmaşık cümleler yerine basit ve akıcı bir dil kullanmak, okunabilirliğin temelini oluşturur. Sıkıcı ve karmaşık bir metni okumak yerine, akıcı ve eğlenceli bir metin okumak arasındaki farkı hepimiz çok iyi biliyoruz. Okunabilirlik, okumayı bir iş değil, bir zevk haline getirir.

Başka bir deyişle okunabilirlik, bir metnin okuyucuyu sıkmadan, anlamasını kolaylaştıran bir formüldür. Bu sayede okuyucu, metnin içinde kaybolmadan, keyifle yol alır.

Dolayısıyla bir çocuk kitabının da okunabilirliği çok önemlidir. Çünkü çocuklar karmaşık cümlelerden çok, basit ve eğlenceli hikayelerden hoşlanırlar. Okunabilirliği yüksek bir çocuk kitabı, çocukların hayal dünyalarını besler ve okuma alışkanlığı kazanmalarını sağlar.

 

image%20%281%29.png

Okunabilirlik nasıl hesaplanır?

Her yaş grubunun farklı bir dil seviyesi olduğu için, okunabilirliği hesaplamak için farklı yöntemler kullanılır. Örneğin, bir çocuk kitabının okunabilirliği ile bir bilimsel makalenin okunabilirliği farklı ölçütlere göre değerlendirilir. Uzmanlar, metin içindeki kelimelerin uzunluğu, cümlelerin karmaşıklığı gibi birçok faktörü göz önünde bulundurarak okunabilirlik puanı verirler. Flesch-Kincaid ve Dale-Chall gibi formüller, okunabilirliği ölçmek için sıkça kullanılırlar. Ancak her dilin kendine özgü özellikleri olduğu için, bu formüllerin Türkçe metinlere tam olarak uymadığı görülür.

Türkçe metinlerin okunabilirliğini ölçmek için özel olarak geliştirilmiş formüller bulunmaktadır. Ateşman Formülü, bu alanda öncü çalışmalardan biridir. Çetinkaya-Uzun ve Bezirci-Yılmaz formülleri de Türkçe metinlerin okunabilirliğini değerlendirmek için farklı yaklaşımlar sunar. Bu formüller, metnin dilbilgisi yapısı, kelimelerin karmaşıklığı gibi birçok faktörü dikkate alarak daha detaylı bir analiz yapar. SMOG ve Gunning-Fog Index gibi formüller ise daha çok İngilizce metinler için kullanılır. Bu formüllerin Türkçe metinlere uygulanması konusunda bazı tartışmalar olsa da, genel olarak okunabilirlik ölçümünde kullanılan temel prensipleri anlamak için faydalı oluyorlar.

 

image%20%282%29.png

İşin akademik kısmını bir kenara bırakırsak; okunabilirliği yüksek metinler nasıl yazılır?

  • Basit cümleler kullanın: Uzun ve karmaşık cümleler yerine kısa ve öz cümleler kullanmak, metnin daha anlaşılır olmasını sağlar.

  • Tanıdık kelimeler tercih edin: Çok fazla bilinmeyen kelime kullanmak, okuyucunun dikkatini dağıtabilir.

  • Açıklayıcı örnekler verin: Karmaşık kavramları basit örneklerle açıklamak, okuyucunun konuyu daha iyi anlamasına yardımcı olur.

  • Görsel materyaller kullanın: Resimler, grafikler gibi görsel materyaller, metnin daha ilgi çekici olmasını sağlar ve anlaşılmayı kolaylaştırır.

 

image%20%283%29.png

Biz öğretmenler için okunabilirlik neden önemli?

Öğrenciniz bir metni okuduktan sonra 'Hiçbir şey anlamadım.' dediği, sizin de ondan metni tekrar tekrar okumasını istediğiniz durumlar yaşamışsınızdır J. Okunabilirliği yüksek metinler ve etkinlikler, öğrencilerin metni daha hızlı anlamalarını ve hatırlamalarını sağlar.

Bir metnin okunabilirlik düzeyini nasıl anlarız?

Bir metnin okunabilirliğini anlamak için çok karmaşık yöntemlere gerek yok. Metni okurken kendinize şu soruları sorabilirsiniz:

  • Metni kolaylıkla anlayabiliyor muyum? (ya da öğrencilerim kolaylıkla anlayabilir mi?)

  • Metinde sık sık durup tekrar okuyor muyum? (öğrencime tekrar okumasını söylemem gerekiyor mu?)

  • Metin beni (öğrencilerimi) sıkıyor mu?

  • Metinde çok fazla bilmediğim (öğrencilerimin bilmediği) kelime var mı?

Bu sorulara verdiğiniz cevaplar, metnin okunabilirliği hakkında size fikir verecektir.

Sonuç olarak, okunabilirlik, öğrenciler için de bizim için de daha keyifli ve verimli bir okuma deneyimi sunar.

image%20%284%29.png

Peki, siz metin seçerken en çok nelere dikkat ediyorsunuz?

 
Anyone in the world

 

SOMATİZASYON: STRESİN FİZİKSEL YANSIMALARI VE ÇÖZÜM YOLLARI

 

Son zamanlarda yapılan çalışmalar, çocuk, ergen ve yetişkinlerde yaşanan bazı fiziksel şikayetlerin, duygusal stresin yol açtığı somatik deneyimlerden kaynaklandığını ortaya koymuş ve bu durum, somatizasyon kavramına olan ilgiyi artırmıştır. Öğretmenlik mesleği gereği, öğretmen sadece ders anlatmakla kalmaz, aynı zamanda duygusal ve zihinsel açıdan da büyük bir sorumluluk taşır. Sınıf içinde öğrencilerin her birine adil ve etkili bir şekilde yaklaşmak, onların akademik başarılarının yanı sıra duygusal ve psikolojik ihtiyaçlarına da cevap verebilmek, okul içindeki rollerin getirdiği ilişkileri sürdürmek ve sıklıkla değişen müfredatlar öğretmenlerin duygusal dengesini değiştirebilir. Çevresel faktörlerin etkisiyle oluşan duygusal stres, zaman içerisinde bedende fiziksel şikayetler olarak kendini gösterebilir. Bu durum ise somatizasyon (bedenselleştirme) olarak adlandırılır. (Yıldız & Akyol, 1995) Bahsedilen bu duygusal stresten kendimizi koruyabilmek ve başa çıkabilmek için nelere dikkat etmeliyiz?

 

Somatizasyon(bedenselleştirme), beden-zihin etkileşiminin derinden hissedildiği bir alan olup, ortaya çıkışında ve sürmesinde biyolojik, bilişsel, psikodinamik ve kültürel etmenler rol oynamaktadır. (Çetin & Sözeri Varma, 2021) Var olan çevresel ve mesleki stres, zamanla fiziksel rahatsızlıklara dönüşebilir. Sürekli baş ağrıları, mide problemleri, kas ağrıları ve aşırı yorgunluk gibi fiziksel belirtiler sıklıkla görülebilir. Ancak bu tür şikayetlerin tıbbi bir nedeni bulunmayabilir. Yani fiziksel sağlık sorunları yoktur, ancak duygusal yük, bedende somatik (bedensel) bir tepkiye yol açar.

Kendi duygusal durumunuzu fark etmek ve hissettiklerinize dikkat etmek, stresin erken belirtilerini anlamanıza yardımcı olabilir. Bu duygusal farkındalık, işin ve kişisel yaşamın getirdiği baskılarla başa çıkmanızı kolaylaştırır. Yoğun bir günün içinde, küçük molalar vermek ve bedeninizi dinlemek, sadece birkaç dakikalık derin nefes alarak zihninizi rahatlatmak, sizi anda tutabilecek mindfulness çalışmaları yapmak fiziksel rahatlamanın yanı sıra psikolojik bir rahatlamayı da beraberinde getirir.

 

Sürekli bir etkileşim ve iletişim gerektiren meslek gruplarında, kişiler bazen kendi duygusal ihtiyaçlarını göz ardı edebilirler. Ancak, bu ihtiyaçları fark etmek ve onlara özen göstermek, sadece kendinizi daha iyi hissetmenize yardımcı olmakla kalmaz, aynı zamanda çevrenizle daha sağlıklı ve verimli ilişkiler kurmanıza da olanak tanır. Kendinize vakit ayırmak, sizi motive eden aktivitelerle ilgilenmek veya sadece dinlenmek, ruhsal sağlığınızı korumada çok önemli bir rol oynar. Çünkü, zihinsel ve duygusal olarak dinlenmiş bir öğretmen, daha sabırlı, daha dengeli ve daha etkili olabilir.

 

Son olarak, iş ve yaşam dengesini sağlamak önemli bir noktadır. Çalışma saatleri dışında kendinize vakit ayırmak, hobilerle ilgilenmek ya da yalnızca rahatlamak, zihinsel ve duygusal olarak sizi rahatlatabilir. Örneğin kitap okumak, yürüyüşe çıkmak, müzik dinlemek ya da meditasyon yapmak gibi hobilerle ilgilenmek zihinsel ve duygusal sağlığınıza fayda sağlayabilir. İşle ilgili endişeleri bir kenara bırakmak, ertesi güne daha iyi bir şekilde başlamanızı sağlar.

 

Başvurular

Çetin, Ş., & Sözeri Varma, G. (2021). Somatik Belirti Bozukluğu: Tarihsel Süreç ve Biyopsikososyal. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar.

Yıldız, D., & Akyol, D. (1995). Somatizasyon ve Konversiyon Bozuklukları: Karşılaştırmalı Bir Çalışma. Journal of Turgut Ozal Medical Center.

 

[ Modified: Tuesday, 8 April 2025, 10:41 AM ]
 
Anyone in the world

 

bbc haberleri

 

 

"Robotlar insanları işsiz mi bırakacak?" Teknolojik gelişmelerle birlikte sıkça sorulan bu soru, iş dünyasının geleceğini şekillendiren en büyük tartışmalardan biri hâline geldi. BBC Türkçe’nin 2015 tarihli haberinde de belirtildiği gibi, otomasyon ve yapay zekâ teknolojilerinin üretim ve hizmet sektörlerinde insan gücünün yerine geçme ihtimali, iş gücü piyasasında büyük bir dönüşüm yaratıyor. Ancak tarih boyunca her büyük teknolojik ilerleme, bazı meslekleri ortadan kaldırırken yerine yenilerini getirdi. Günümüzde de yapay zekâ, veri bilimi ve sürdürülebilir teknolojiler, yeni kariyer yollarının kapılarını aralıyor. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından hazırlanan "Bugünün Gençleri Geleceğin Meslekleri" raporlarına göre, dijital yetkinlikler artık yalnızca teknoloji sektöründe değil, tüm sektörlerde en değerli beceriler arasında yer alıyor.

Özellikle yapay zekâ ve veri bilimi, geleceğin en gözde alanlarından biri olarak öne çıkıyor. Bugün sağlık sektöründen eğitime, finans dünyasından sanayiye kadar birçok alanda büyük veri analitiği ve yapay zekâ sistemleri kullanılıyor. Örneğin, sağlık alanında doktorlar, hastalarının teşhis ve tedavisinde yapay zekâ destekli sistemlerden yararlanıyor. Finans sektöründe ise, büyük veri analistleri yatırım tahminleri yaparak piyasaların hareketlerini öngörebiliyor. Bu meslekler, yalnızca mühendislik veya bilişim alanındaki bireylere değil, farklı sektörlerde çalışan herkes için fırsatlar sunuyor.

Diğer yandan, sürdürülebilir teknoloji ve yeşil enerji uzmanları, çevresel sorunlara çözüm üretmek adına giderek daha fazla önem kazanıyor. İklim değişikliğiyle mücadelede yenilenebilir enerji kaynakları, akıllı şehir sistemleri ve çevre dostu üretim yöntemleri geliştiren profesyoneller, geleceğin iş dünyasında kritik roller üstlenecek. Örneğin, elektrikli araçların yaygınlaşmasıyla birlikte batarya mühendisleri ve enerji sistemleri uzmanları gibi yeni meslekler ortaya çıkıyor. Şehir planlamacıları ve çevre mühendisleri, karbon ayak izini azaltan teknolojiler geliştirerek daha sürdürülebilir bir gelecek inşa ediyorlar. UNDP raporlarına göre, yeşil enerji ve sürdürülebilir üretim alanlarında çalışmak isteyen gençlerin dijital yetkinliklerini geliştirmeleri, onları iş dünyasında daha rekabetçi hâle getirecek önemli bir avantaj sağlıyor.

Sonuç olarak, teknolojinin gelişmesi bazı meslekleri değiştirirken, yerine daha fazlasını yaratıyor. BBC’nin haberinde de vurgulandığı gibi, makineler ve yapay zekâ iş süreçlerini dönüştürse de, insan yetkinliklerini gerektiren yeni meslek dalları ortaya çıkmaya devam ediyor. UNDP’nin araştırmaları da gösteriyor ki, dijital becerilere yatırım yapan bireyler, geleceğin iş dünyasında daha fazla fırsata sahip olacak. Yapay zekâ, veri bilimi ve sürdürülebilir teknoloji gibi alanlara yönelen bireyler, yalnızca kendi kariyerlerini değil, aynı zamanda toplumun geleceğini de şekillendirecekler.

Bu değişime ayak uydurmak ve yeni iş fırsatlarını değerlendirmek, gençler için büyük bir avantaj sağlayacak. Teknolojiye adapte olan bireyler, hem ekonomik kalkınmanın bir parçası olacak hem de dünya çapında etkili çözümler üreten meslek gruplarının içinde yer alacaklar.

 
Anyone in the world

Otorite, günlük yaşamda sıkça kullandığımız, bazen saygıyı bazen ise tepkiselliği içinde barındıran bir kavramdır. Otorite, yalnızca bir güç unsuru değil, aynı zamanda bireyin iç dünyasını şekillendiren onun gelişimini destekleyen bir yapı taşıdır. Otoriterlikten farklı olarak, otorite zorlayıcı bir unsur değil, bireyin kendini güvende hissetmesine yardımcı olan bir rehberdir.

Çocuklarımızın hayat yolculuğundaki farklı dönemler, otorite kavramının farklı anlamlar ve dinamiklerle şekillendiği kritik süreçlerdir. Hem çocukluk hem de ergenlik döneminde otoriteye yaklaşımlarımız, bireysel gelişim süreçlerini destekleyen bir rehberlik çizgisiyle belirlenmelidir. Çocuklarımızın büyürken bireyselleştiği ergenlik dönemi, otorite kavramını yeniden sorguladığımız çok önemli bir dönüşüm sürecidir. Bu dönemde bireyin iç dünyasında ebeveyn figürlerinin yeri değişirken, bireyselleşme ve özerkleşme çabaları yoğunlaşır. Çocuğunuzla sağlıklı bir iletişim ve güven temelinde kurulan bir otorite ilişkisi, bu süreci daha kolay ve anlaşılabilir hale getirebilir.

1.     Çocukluk Döneminde Otoriteye Yaklaşım: Sınırlar ve Empati

Çocukluk döneminde otorite, ebeveynler ve bakım verenler tarafından temsil edilir. Çocuk, temel güven duygusunu bu otorite figürleri aracılığıyla geliştirir. Güvenli ve sağlıklı bir bağlanma süreci, çocuğun ilerleyen yaşlarda otoriteyi içselleştirmesini kolaylaştırır. Bu dönemde ebeveynlerin tutarlı, sevgi dolu ve sınır koyan bir yaklaşım sergilemesi, çocuğun ruhsal gelişimi için kritik öneme sahiptir. Çocukluk döneminde otorite, sevgiyi ve disiplini bir arada sunabilen bir yaklaşımla öne çıkar. Bu yaşta çocuklar, dış dünyayı ebeveynleri aracılığıyla anlamlandırır. Sabırla konulan sınırlar, çocuğun hem güven hem de düzen duygusu geliştirmesine yardımcı olur. Örneğin, bir çocuk sürekli olarak yemek saatlerine uymuyorsa, ebeveynin tutarlı bir şekilde “Yemek saati geldi, önce yemeğimizi yiyelim, sonra oyun oynayabilirsin.” şeklinde yönlendirmesi, çocuğa sınır koymayı öğretirken aynı zamanda güven duygusunu da pekiştirir. Aşırı baskıcı bir tutum sergilenir ise çocuk kurallara karşı direnç geliştirebilir, aşırı serbest bırakılır ise sınır koymayı öğrenemez.

2.     Okul Döneminde Otoritenin Önemi

İlkokul ve ortaokul dönemindeki çocuklar, dış dünyayla daha fazla etkileşime girdikçe ebeveyn otoritesinin yanında öğretmenlerinin ve sosyal çevrelerinin otoritesine de maruz kalır. Bu dönemde çocuklar, kuralların neden var olduğunu anlamaya başlar ve otoriteyi yalnızca bir baskı unsuru olarak değil, aynı zamanda düzeni sağlayan ve güven veren bir yapı olarak görmeye başlarlar. Örneğin; bir çocuk öğretmenin belirlediği sınıf kurallarına uymakta zorlanıyorsa, öğretmenin ona “Bu kurallar sınıftaki herkesin kendini güvende hissetmesi için var.” şeklinde açıklama yapması, çocuğun otoriteyi bir dayatma olarak değil, düzeni sağlayan bir yapı olarak görmesine yardımcı olur. Aynı şekilde, ebeveynler de ev kurallarını açık ve anlaşılır bir şekilde çocuğa sunmalıdır.

3.     Ergenlikte Otoriteye Karşı Direnç: Doğal Bir Kimlik Arayışı

Ergenlik, yalnızca bedensel değişimlerin değil, aynı zamanda kişinin ruhsallığında da derin dönüşümlerin yaşandığı bir geçiş dönemidir. Ergenlik, aslında bir “kabuk değişimi” sürecidir; bu süreçte, birey hem dışsal dünyayla hem de kendi iç dünyasıyla yeniden ilişki kurar. Bu dönüşümün merkezinde, otorite kavramı önemli bir rol oynar. Ergenler, kendi kararlarını vermek ve bağımsız olmak isterken, ebeveynler de onların güvenliğini sağlamak için bazı kurallar koyar. Otorite, sınırlar koymanın yanı sıra, ergenin kendini ifade etmesine de fırsat tanımalıdır. Ergenler, büyüdükçe çevrelerinden gelen mesajları sorgular ve kendi yollarını çizmeye çalışırlar. Bu süreçte ebeveynlerin, çocuklarının bağımsızlık çabasını anlamaları ve onlara rehberlik etmeleri önemlidir. Hem ebeveynler hem de gençler için otoritenin ne anlama geldiğini anlamak, daha sağlıklı ilişkiler kurmak için önemli bir adımdır. Bununla birlikte, çocuklar ailelerinden aldıkları otoriteyi bir kenara bırakıp, kendi değerlerini ve kimliklerini bulmaya başlarlar. Bu süreçte, anne ve babaların otoritesi yerini, çocukların içsel olarak geliştirdiği bir "benlik" otoritesine bırakır. Bu, onlara özgürlük hissi verirken, bir yandan da kendilerini koruyabilecekleri, güçlü bir rehber arayışına sokar.

4.     Nesil Farkının Otorite İle İlişkisi

Çocukların doğduğu andan itibaren karşılaştığı en temel görevlerinden biri, kendisi ile öteki arasındaki farkları belirlemek ve bu farklar içinde kendisine ait olanı anlamaktır. Nesil farkı kavramı, bireylerin ruhsal ve sosyal dünyalarında kendilerini inşa etmeleri için bir temel taş sağlar. Bu kavram, sadece büyük ve küçük olanı ayırt etmekle kalmaz, aynı zamanda her iki grubun haklarını ve sınırlarını güvenli bir biçimde tarif eder. Özellikle ruh sağlığı açısından ele alındığında, nesil farkı, bireylerin kendilerini ruhsal olarak güvende hissetmelerine yardımcı olan bir araçtır.

Nesil farkının otorite ile ilişkisi, bireyin kendini tanıma ve sınırlarını belirleme sürecinde önemli bir rol oynar. Otorite, yalnızca kurallar koyan bir figür değil, aynı zamanda bireyin kendini ve çevresini anlamasına rehberlik eden kişidir. Çocuklar için ebeveynler ve bakım verenler, bu otoritenin ilk temsilcileridir. Onlar, çocuğun duygularını ve ihtiyaçlarını anlamasına yardımcı olurken, aynı zamanda nesiller arası sürekliliği sağlayan bilgi ve değerleri aktarırlar.

Anneler ve babalar, çocuklarına sınırlarını öğretirken, onların kendilerini tanımalarına yardımcı olurlar. Mesela, "Şu an çok yorgunsun, dinlenmen gerek." dediklerinde, çocuk hem kendisini tanımaya başlar hem de duygusal olarak sınırlarını fark eder. Böylece ebeveynler, sadece kurallar koymakla kalmaz, aynı zamanda çocuğa içsel bir rehberlik sunarak, onun sağlıklı bir kimlik geliştirmesine yardımcı olurlar. Bu iç sesler, bir nesilden diğerine aktarılır ve çocuk büyüdükçe bu sesler, karşılaştığı zorluklarla baş etmesine yardımcı olur. Otorite, kişiyi zorlamak veya olumsuz duygular hissettirmek yerine, onu sakinleştirir, iyi gelecek çözümleri bulmasına yardımcı olur ve sınırlarını belirler.

5.      Bilinç dışı İletişim ve Otorite

Otorite, yalnızca sözlerle değil, bilinç dışı mesajlarla da aktarılır. Ebeveynin ses tonu, beden dili, yüz ifadesi ve hatta sessizlikleri, çocuğun zihninde derin izler bırakır. Çocuk, çoğu zaman bilinçli olarak duymadığı mesajları alır; ebeveyninin ruh hali ve tavırları onun iç dünyasında güçlü bir etki yaratır. Sakin, tutarlı ve anlayışlı bir iletişim, çocuğun kendisini güvende hissetmesini sağlar. Ebeveynin tutarlı ve kararlı tavrı, çocuğa yalnızca sınırlar koymakla kalmaz, aynı zamanda dünyayı daha güvenli algılamasına yardımcı olur. Rahat bir duruş ve sakin bir ses tonu, çocuk için çok daha güven verici olabilir. Örneğin, bir çocuk anne ve babasının sesindeki sakinlikten veya gerginlikten, o anki ruh halini hissedebilir. Eğer bir ebeveyn, çocuğuna "Bunu yapmalısın!" derken gergin bir duruş sergiliyorsa, çocuk bu mesajı yalnızca bir talimat olarak değil, aynı zamanda bir baskı olarak algılayabilir. Ancak, aynı mesaj sakin bir ses tonu ve güvenli bir beden diliyle verilirse, çocuk daha rahat hissedebilir. Sonuç olarak, bilinç dışı düzeydeki iletişim, çocuğun duygusal gelişimini derinden etkiler. Çocuk, ebeveynlerinin sözlerinden çok, onların tutumlarından ve davranışlarından öğrenir. Sakin, tutarlı ve anlayışlı bir iletişim, çocuğun kendisini güvende hissetmesini sağlar ve güvenli bir otorite figürüne duyduğu ihtiyacı karşılar.

6.     Rehber Otorite: Bireyin Kendi "İç Sesi"ni Yaratması

Sağlıklı bir otorite anlayışı, çocuğun kendi "iç sesini" oluşturmasına rehberlik eder. Bu iç ses, çocuğun içsel gücünü keşfetmesine, sınırlarını tanımasına ve bağımsız kararlar alabilmesine olanak tanır. Ebeveynler, çocuklarına sadece doğruyu veya yanlışı öğretmekle kalmaz; aynı zamanda onların kendi duygusal ve düşünsel süreçlerini anlamalarına, kendi değerlerini ve prensiplerini oluşturmalarına yardımcı olurlar.

Rehber otorite rolü, çocuğun öz farkındalığını kazanmasını sağlayarak, ona kendi yolunu bulma gücü verir. Örneğin, çocuğun arkadaşıyla yaşadığı bir çatışma durumunda, ebeveynin ona "Nasıl hissediyorsun? Hangi adımı atmak istersin?" gibi sorular sorması, çocuğun duygusal tepkilerini anlamasına ve bu duygulara uygun şekilde tepki vermesine yardımcı olabilir. Bu, çocuğun sadece dışsal kurallara değil, kendi içsel değerlerine ve sesine de kulak vermesini sağlar.

Ebeveynler, çocuklarına sağladıkları rehberlikle, onların kendi düşüncelerine güvenmelerini ve kendi sınırlarını belirlemelerini sağlar. Bu süreç, çocuğun hem kendini tanıma yolculuğunda hem de sağlıklı ilişkiler kurma açısından önemli bir temel oluşturur. Sonuçta, güçlü bir iç ses, sadece bireyin kişisel hayatında değil, başkalarıyla olan ilişkilerinde de daha sağlam bir duruş sergilemesine olanak tanır.

7.     Sorumluluk ve Sonuçlarla Yüzleşme

Sorumluluk almak ve sonuçlarla yüzleşmek, bireyin gelişiminde kritik bir rol oynar. Bu süreç, çocukluk döneminden itibaren başlar ve ergenlikte daha derinleşir. Küçük yaşlardaki çocuklar, basit görevlerle sorumluluk almayı öğrenir. Örneğin, oyuncaklarını toplamak, odasını düzenlemek veya küçük sorumluluklar almak, onların karar verme becerilerini ve sonuçlarla başa çıkma yeteneklerini geliştirir. Bu tür görevler, çocukların içsel rehberliklerini oluşturmalarına ve sorumluluk duygusu kazanmalarına yardımcı olur.

Ergenlik dönemine gelindiğinde, sorumluluklar daha karmaşık hale gelir. Çocuk, artık sadece küçük günlük görevlerle değil, daha büyük kararlarla ve sorumluluklarla yüzleşir. Bu dönemde, ebeveynlerin çocuklarına daha fazla özgürlük ve karar alma fırsatları tanıması oldukça önemlidir. Yanlış kararlar almak, ergenlikte daha sık karşılaşılan bir durumdur, ancak bu hatalar, bireyin öğrenme sürecinin bir parçasıdır. Hatalarla yüzleşmek, ergenin sadece sonuçları kabul etmesini sağlamakla kalmaz, aynı zamanda duygusal olgunluğunu geliştirmesine yardımcı olur.

Aileler, çocuklarına sorumluluk almayı ve bu sorumlulukların sonuçlarıyla yüzleşmeyi öğretirken, onlara hatalarını kabul etme ve bu hatalardan ders çıkarma fırsatları da sunmalıdır. Bu süreç, sadece çocukların bireysel becerilerini güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda sosyal ilişkilerinde de daha sağlıklı bir duruş sergilemelerine olanak tanır. Çocuklukta başlayan bu sorumluluk ve sonuçlarla yüzleşme, ergenlikte daha büyük bir olgunlukla karşılık bulur ve bireyin hayatı boyunca karşılaştığı zorluklarla başa çıkabilme yeteneğini güçlendirir.

 

 

REFERANSLAR

Akkapulu, F. (2019). Hangi otorite. Bağlam Yayınevı̇.

Baumrind, D. (1991). The Influence of Parenting Style on Adolescent Competence and Substance Use. Journal of Early Adolescence, 11(1), 56-95.

Fruhauf, T. (2017). Günümüz ergenini anlamaya psikanalitik gözlem ve düşünce ne katabilir? (P. Padar, Çev.). İstanbul Psikanaliz Derneği 18. Gençlik Günleri Sempozyumu.

Kojéve, A. (1942). Otorite Kavramı, çev. Murat Erşen, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2007.

Parman, T. (2020). Ergenliğin Tutkusu. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Steinberg, L. (2001). We Know Some Things: Parent-Adolescent Relationships in Retrospect. Journal of Research on Adolescence, 11(1), 1- 19.

 

[ Modified: Tuesday, 25 March 2025, 1:18 PM ]
 
Anyone in the world

TÜRKİYE’DE E SPOR ÜZERİNE: CESUR SÜNNETÇİOĞLU

 

Video oyunlarının dünya üzerinde hızla yayılmaya başladığı günümüzde bu oyunlar üzerinden yapılan turnuvalar ve profesyonel yarışmalardan oluşan e spor Türkiye’de de oldukça popüler bir alan haline geldi.

 

Dijital oyunların profesyonelleşmesiyle birlikte, dünya çapında büyük turnuvalar düzenleniyor ve Türkiye de bu alanda dikkat çeken ülkeler arasında yer alıyor. E-spor, yalnızca bir eğlence alanı olmanın ötesine geçerek, bir endüstri haline gelmiş durumda. Milyonlarca oyuncu, profesyonel takımlar ve büyük sponsorluk anlaşmaları, bu yeni dijital spor dalının ne denli büyüdüğünü gösteriyor.

 

Türkiye'deki e-spor ekosistemi, özellikle oyun tutkusuna sahip gençler arasında hızlı bir şekilde yayılmakta. Öne çıkan oyunlar arasında League of Legends, Counter-Strike ve Dota 2, Valorant, Brawls Stars gibi global arenada büyük yer edinmiş oyunlar bulunuyor. Bu oyunlar, Türkiye’deki profesyonel takımlar tarafından düzenlenen liglerde, ulusal ve uluslararası turnuvalarda mücadele etmek için platform sağlıyor.

 

E-spor organizasyonlarının artışı, sektördeki istihdamı da etkiliyor. Antrenörler, oyuncu menajerleri, yayıncılar ve organizatörler gibi birçok yeni meslek dalı ortaya çıkarken, gençler için kariyer olanakları da genişliyor. Ayrıca, Türkiye’deki üniversiteler de e-spor kulüpleri açarak bu alanda eğitim veren programlar sunmaya başladı. Lise öğrencileri arasında da oldukça popüler olan bu alana yönelik bir etkinlik olarak; FMV Işık Okulları olarak Ayazağa kampüsümüzde FUT E Spor kurucu ortağı ve TESFED (Türkiye E Spor Federasyonu ) yönetim kurulu üyesi Cesur Sünnetçioğlu’nu ağırladık.

 

Konuğumuz Cesur Sünnetçioğlu, 1985 yılında Bursa'da doğmuş bir iş insanıdır. Eğitim hayatını Üsküdar Amerikan Lisesi'nde tamamladıktan sonra Koç Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümünden mezun oldu. Şimdi E Spor konusunu ve Türkiye alanını kendisinin cümleleri ile irdeleyeceğiz:

 

Öncelikle FUT E Spor nasıl ortaya çıktı ve bu derece önemli bir kulüp haline geldi ?

 

FUT, Futbolist adıyla 2014 yılında spor haberleri olarak ortaya çıkarken 2016 yılında e spor dünyasına adım atma kararı aldı. 2017 yılında e spor dünyasına girerek ilk şampiyonluğunu da aynı yıl kazandı. Ardından Valorant başta olmak üzere birçok e spor oyununda takımlar kurarak gelişme gösterdi günümüzde de hala farklı oyunlarda branşlar açarak gelişimini sürdürmekte.

 

 

 

Kulübün kurucuları arasında kimler var ve farklı alanlarda bulunan kişiler tarafından da destekler oldu mu?

 

Öncelikle çocukluk arkadaşım Sinan Dursunoğlu ile bu fikri geliştirdik ve ardından ekibimize alanında profesyonel isimler katıldı. NOVA E Spor kurucusu e eski CEO’su Oktay Ölçen kulübümüze dahil olduktan sonra Baki Can Kadıoğlu da genel müdürlük görevine geldi. Sektörün büyümesinin ardından pek çok ismin ilgisini çeken kulübümüze Nuri Şahin, Mete Gazoz ve Doğuş Balbay gibi isimler de yatırımcı olarak dahil oldu.

 

Kısaca FUT E sporun başarılarından bahsedebilir misiniz ?

 

FUT E sports şimdiye kadar 28 farklı ülkede 39 farklı şehirde toplamda 165’ten fazla e spor turnuvasına katılmıştır. FUT E sports 12 farklı oyunda 45 resmi turnuva şampiyonluğu elde etmiştir. FUT Esports 65’e yakın sporcu ve 15 yayıncı dahil olmak üzere yaklaşık 120 kişilik bir ekiptir. FUT E sports şu anda 8 farklı oyunda mücadele etmektedir.

 

Sizce e spor ile ilgilenmek akademik hayatta başarısızlığa neden olur mu?

 

Öncelikle tüm e sporcular okul yaşantısına eksiksiz olarak devam edebilir. Normal spor dallarından farklı olarak e sporcular antrenman saatlerini kendileri belirleyebilir. Ayrıca son yıllarda yapılan araştırmalar video oyunlarının düzenli oynanması durumunda başarıyı arttırdığını göstermektedir. Ancak burada temel nokta planlı ve sorumluluk bilinci ile hareket etmektir.

 

E spor alanında kariyerini sürdürmek isteyen birisine ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz?

 

Video oyunlarının bu kadar çeşitli olduğu bir çağda kendilerine mutlaka bir alan belirlemeliler. Akademik hayatlarını asla geri plana atmamalılar. Sürekli olarak da profesyonel alanda bu işle ilgilenen kişilerden ve uzmanlardan destek alarak devam etmeliler. En önemli konulardan birisi yine dil konusudur. E spor küresel bir organizasyondur ve bu yönde gelişmek isteyen kişilerin dil becerilerini de sürekli olarak geliştirmeleri gerekmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

Uzun süre bilgisayar başında olmanın dezavantajları nasıl ortadan kaldırabilir?

 

Uzun süre ekrana maruz kalmak ya da günün çoğunu ekran başında geçirmek profesyonel bir e sporcunun yapmaması gereken ve onun gelişimini engelleyen bir eylemdir. Biz e sporcularımıza aktif spor programları ve yürüyüş programları hazırlıyoruz.  Sosyalleşmek ve ekrandan belirli süre uzak kalmak da çok önemli. Yine kulübümüz uzman psikologları aracılığıyla sürekli olarak e sporcularımızla iletişim halinde ilerlemektedir. Mental güç bu arenada oldukça önemli bir detaydır.

 

E spor alanında ilerlemek için oyuncu olmak zorunlu mudur?

 

Kesinlikle hayır. E spor kulüpleri günümüz spor kulüpleri ile benzer bir organizasyon göstermektedir.  Oyuncuların dışında koç, analiz, fizyoterapist, sosyal medya sorumlusu, içerik üreticisi gibi birçok alan barındırmaktadır. E spor sadece bir yarışma ya da karşılaşma değil aynı zamanda bir eğlence sektörüdür.

 

Yaş sınırlaması olarak belirli bir aralık var mıdır? En uygun yaş hangisidir?

 

Aslında belirli bir yaş aralığı söylemek mümkün değildir. Ancak bu alanda ilerlemek için mutlaka en azından 16 yaşın doldurulması ve 18 yaşına kadar ailelerin bilgisi ve desteği ile ilerlemek gerekir. Ancak üst sınır olarak konuşmak doğru olmaz. Bugün 16 yaşında ebeveynlerinin bilgi ve desteği ile profesyonel arenada oynayan oyuncular olduğu gibi 35 yaşında aktif olarak e sporculuk ile ilgilenen kişiler de bulunmaktadır.

 

 

 

E spor alanında en çok dikkat edilmesi gerektiğini düşündüğünüz şeylerden bahsedebilir misiniz?

 

E spor tıpkı diğer sporlar gibi bir alandır. Mutlaka dikkatli ve özverili ilerlemek gerekir. Hırsları kontrol altında tutmak ve bilinçli olarak ilerlemek kesinlikle dikkat edilmesi gereken etmenlerdir. E spor ekran ya da oyun bağımlılığı demek değildir. Daha uzun süre oynamak size başarı getirmez. Aksine sosyal ve akademik hayatta başarılı olarak özgüveninizi arttırabilirsiniz. Profesyonel danışmanlar ve programlara uyarak daha başarılı olabilirsiniz. Tüm e sporcularımız aylık düzenli sağlık taramalarından geçmekte ve psikologlarımız ile sürekli iletişim halindedirler. Sosyal hayatlarında da takım halinde ve bireysel aktivitelerde bulunmaktadırlar. Mutlaka düzenli ve özverili ilerlenmelidir.

 

Son olarak Türkiye’de E Sporun gidişatı üzerine birkaç cümle söylemek ister misiniz?

 

E spor sektörü beklendiğinden daha hızlı ve başarılı olarak büyüyor ülkemizde. Bunun her şeyden önce bir eğlence olduğu bilinci oldukça yaygınlaştı. Örneğin geçtiğimiz yıl 19 Mayıs’ta Harbiye Açık Hava’da yaptığımız canlı izleme etkinliğine binlerce kişi katıldı. Sanatçıların da sahne almasıyla birlikte tam bir şölen havası yaşandı. Kulüp olarak 16.000 üyeye ulaştık ki bu Türkiye’deki birçok spor kulübünün üye sayısından da fazla. Yatırımlar ve oyuncular her geçen gün artmakta. Oyun sayısı ve organizasyonlar ise sürekli gelişim gösteriyor. Umuyoruz ki bu güzel sektör büyümeye ve her şeyden önce eğlendirmeye devam edecek. 

 

Türkiye’de spor üzerine yapmış olduğumuz bu röportaj için Cesur Sünnetçioğlu’na teşekkür ederiz. Türkiye’nin en büyük e spor takımlarından birinin kurucusu ile E spor alanında gelişmeler ve dikkat edilmesi gerekenlere dair konuşma fırsatı bulduk. Günden güne  büyümekte ve çeşitlenmekte olan E spor sektörünün sadece oyun oynamaktan ibaret olmadığını,  kontrollü ve profesyonel ilerlemenin ne kadar önemli olduğunu kavradığımız bir söyleşi gerçekleştirdik.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[ Modified: Wednesday, 26 March 2025, 9:24 AM ]
 

  
loader image