Bazı bitki ve hayvanlar tarafından kimyasal bir madde salgılanır ve bu madde salgılayan canlılar arasında iletişim kurulmasını sağlar. Genellikle koku olarak salgılanan bu madde özellikle eş bulma ve tehlike anında uyarı için kullanılır. Bu kimyasallar feromon olarak adlandırılır. Dişi türler genellikle eş bulmak için feromon salgılarken bazı durumlarda tehlikenin varlığını bildirmek içinde feromon salgılandığı olur. Böylece türler eş bulurken aynı zamanda tehlikeler içinde birbirlerini tanınan kimyasalları ile uyarmış olurlar. Tıpkı böcek ve bitkiler gibi insanlarda feromon üretir ama daha karmaşık doğası ile nerede kullanıldığı çok aydınlatılamamıştır. Bir düşünceye göre sosyal etkileşimde önemli rolü vardır. Böceklerin ürettiği feromonlar pek çok araştırmada kullanılmaktadır.
Feromonlar pek çok alanda kullanılmaktadır. Özellikle son dönemde zararlı böcekleri kontrol altına alma için yapılan çalışmalarda da oldukça sık kullanılmaktadır.
Feromon içeren böcek ilaçları için iki yöntem çokça tercih edilir.
Feromon böcekler ile ilgili iki alanda özellikle net kullanılır.
Tuzaklar: Belirli bir böcek türünü çekmek amacı ile kullanılır. Öncelikle tuzağa feromon yerleştirilir erkek böcek eş bulma amacı ile bu tuzağa gelir ve tuzak içerisinde yakalanır böylelikle böceklerin üreme döngüsü azalır ve sayılarında ciddi oranda azalma meydana gelir.
Kontrol ve İzleme: Zararlı böcek türlerinin aktivitelerini izlemek amacı ile de feromonlar kullanılır. Bu sayede bir böcek türünün istenilen ortamda bulunup bulunmadığı kontrol edilirken hangi yolları izleyerek depo ya da tarım alanına geldiği konusunda fikir sahibi olunur.Önlemler buna göre geliştirilir. Aktiviteleri izlenir yoğunlukları kontrol edilir.
Hedeflenen böcek türüne yönelik çalışıldığı için feromon kullanımı çevre dostu bir yöntemdir. Çünkü diğer canlı türlerine zarar vermez. Etkili bir kullanım sağlamak için feromon kimyasının oldukça iyi bilinmesi gerekir.
Sosyal medya, online alışveriş ve dijital oyunlar gibi sanal aktivitelerin günlük hayatımızda yer edinmesiyle, internet giderek hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Bu değişim, daha hızlı, güvenilir ve kişiselleştirilmiş bir internet ihtiyacını da beraberinde getirdi. Son yıllarda sıkça duyduğumuz Web 3.0 ise tam da bu ihtiyaçlara cevap vermek üzere geliştirilen bir kavram.
Web 3.0, yapay zeka teknolojilerini kullanarak kullanıcılara en uygun verileri sunmayı ve daha şeffaf bir iletişim ortamı oluşturmayı amaçlayan bir internet versiyonu olarak karşımıza çıkıyor. Ancak, bu gelecekteki değişimin nasıl gerçekleşeceğini anlamak için önce internetin evrimsel yolculuğuna ve önceki sürümlerinden farklarına bakmak gerekiyor.
İnternetin evrimi hız kesmeden devam ediyor ve son yıllarda sıkça duyduğumuz Web 3.0, bu evrimin bir sonraki adımı olarak karşımıza çıkıyor. Henüz tam anlamıyla net bir tanımı olmamakla birlikte, Web 3.0'un blokzinciri teknolojisiyle şekillenen yeni bir internet versiyonu olduğunu söyleyebiliriz. Bu yeni nesil internet, yapay zeka ve makine öğrenimi gibi teknolojilerden güç alıyor ve kullanıcıların deneyimlerini daha da zenginleştirmeyi hedefliyor.
Web 3.0'un temelinde, içerikleri insan gibi anlama, yorumlama ve kategorize etme yeteneği yatıyor. Bu sayede, kullanıcılar daha doğru ve kişiselleştirilmiş içeriklere erişebiliyorlar. Örneğin, sosyal medya hesaplarımıza koyacağımız fotoğrafların nasıl olduğunu bile makineler öğreniyor ve buna göre içerikleri sıralıyorlar. Aynı şekilde, izlediğimiz filmlerle ilgili yorumlar da artık makineler tarafından oluşturulabiliyor.
Web 3.0'un getirdiği yeniliklerle birlikte, internet kullanıcılarına daha kişiselleştirilmiş, daha hızlı ve daha güvenilir bir deneyim sunulması hedefleniyor. Ancak, bu teknolojinin gelişimiyle birlikte beraberinde bazı tartışmalar da geliyor. Özellikle, veri gizliliği ve güvenlik konuları önem kazanıyor ve bu konularda yeni çözümler geliştirilmesi gerekiyor.
Web 1.0 döneminde, internet kullanıcıları içerikleri tüketmekle sınırlıydı ve etkileşim imkanları oldukça kısıtlıydı. Bu dönemde, genellikle web siteleri bilgi almak amacıyla kullanılıyordu.
Web 2.0'un ortaya çıkmasıyla birlikte, dijital deneyimlerimiz çeşitlenmeye başladı. Sosyal medya platformları sayesinde sürekli etkileşim içinde olabiliyor, içeriklerimizi paylaşabiliyor ve yorumlarımızla katkıda bulunabiliyoruz.
Web 3.0 ise, yapay zekâ teknolojisinin kullanıldığı bir web versiyonunu ifade ediyor. Bu yeni teknolojiyle, veriler toplanıp kullanıcıya uygun şekilde yeniden üretiliyor ve daha objektif sonuçlar elde edilmesi bekleniyor. Bu da bilgilerin insanlar tarafından oluşturulmadığı için değişime daha az açık olduğu anlamına geliyor.
Web 3.0'un geleceği oldukça heyecan verici görünüyor. Bu yeni internet döneminde, yapay zekâ teknolojisinin kullanılmasıyla birlikte daha kişiselleştirilmiş ve daha akıllı bir internet deneyimi yaşayacağız. Ancak, bu teknolojinin getirdiği yeniliklerle birlikte bazı endişeler de beraberinde geliyor. Veri gizliliği, güvenlik ve etik konuları, Web 3.0'un başarılı bir şekilde uygulanması için ele alınması gereken önemli konular arasında yer alıyor.
Öte yandan, Web 3.0'un toplumlar arasında daha şeffaf bir iletişim ortamı oluşturması ve bilgiye daha hızlı ve doğru bir şekilde erişim sağlaması bekleniyor. Bu da bilgiye ulaşımın kolaylaşması ve insanların daha bilinçli kararlar alabilmesi anlamına geliyor.
Eğitim yolculuğumuzda hepimize eşlik eden, bazen sevgili dostumuz bazen de oyunbozan arkadaşımız ödevler... Bir zamanlar, "Öğretmenim dün akşam elektrikler kesildi" bahanesiyle öğretmenlerimizi ikna etmeye çalıştığımız günler vardı. O dönemlerde ödev, genellikle sınıfta işlenen konuların tekrarı niteliğindeydi ve amaç, bilgiyi kalıcı hale getirmekti. Ancak zamanla ödev, öğrenme sürecinin çok daha fazlasını kapsar hale geldi. Teknolojinin eğitimde daha çok var olmasıyla, "İnternetim çöktü" gibi daha modern bahaneleri duyar olmaya başladık.
Bir dakika durup, ödevin neden var olduğunu ve bizi neden bu kadar meşgul ettiğini düşünelim. Eğitim dünyasındaki genel kanı öğrenmeyi pekiştirmek, sorumluluk almayı öğretmek ve en önemlisi, bağımsız düşünme yeteneğini geliştirmek olsa da farklı görüşler de yüksek sesle dillendirilmeye başlandı. Bu farklı görüşlerin ileri sürdüğü argümanlar dikkat çekici ve ilgiyle takip edilmeli. Ödevlerin, öğrencilerin zaman yönetimi ve stresle başa çıkma becerileri üzerinde önemli bir baskı oluşturabildiğini, bunun da öğrencilerin kişisel ve sosyal gelişimleri için ayrılması gereken zamanı sınırladığını ileri süren uzmanlar erişim ve kaynakların eşitsiz dağılımı, tüm öğrencilerin ödevleri aynı şartlarda yapabilmesini engelleyerek eğitimde fırsat eşitliğini zedeleyebildiğini belirtmektedir. Bununla beraber öğrencilerin öğrenme motivasyonu üzerindeki olası olumsuz etkileri ve ilkokul düzeyindeki akademik başarıya katkısının sınırlı olması da eleştiriler arasında yer alır.
Bu noktada ödev kavramını tekrar tanımlamanın gerekli olduğu aşikardır . Günümüzde, eğitim uzmanları ve politika yapıcıları, teknolojinin sunduğu yeni imkanlar ve öğrencilerin değişen ihtiyaçları doğrultusunda, daha esnek ve öğrenci merkezli öğrenme yaklaşımlarını benimsemeye başlamıştır. Bu, ödevlerin geleneksel anlamda sorgulanmasını ve alternatif öğretim metotlarının araştırılmasını gerektirmektedir.
Alternatif yaklaşımlar arasında, öğrencilerin bireysel ilgi alanlarına ve yeteneklerine göre özelleştirilmiş projeler, öğrenmeyi pekiştirmek için oyun tabanlı aktiviteler ve gerçek dünya problemlerini çözmeye yönelik grup çalışmaları sayılabilir. Bu tür yaklaşımlar, öğrencilerin sadece akademik bilgilerini değil, aynı zamanda kritik düşünme, problem çözme, iş birliği yapma ve yaratıcılık gibi hayat boyu kullanacakları becerileri geliştirmelerine olanak tanır.
Ayrıca, öğrenme sürecinin daha etkili olması için öğrencilere geri bildirim sağlama ve onların kendi öğrenme süreçleri üzerine düşünmelerini teşvik etme ihtiyacı da ön plana çıkmaktadır. Bu, öğrencilerin öğrenme hedeflerine ulaşmada daha bilinçli ve motive olmalarına yardımcı olacaktır.
Eğitim teknolojilerinin gelişimi, ayrıca uzaktan eğitim ve ters yüz sınıf gibi öğretim modellerini de popüler hale getirmiştir. Bu modeller, öğrencilere ders materyallerini kendi hızlarında öğrenme ve sınıf içi zamanı daha etkileşimli etkinlikler için kullanma fırsatı sunar. Bu yaklaşımların ödev anlayışımızı nasıl dönüştürebileceği üzerine düşünmek, eğitimin geleceği için önemli bir adımdır.
Sonuç olarak, ödevlerin eğitimdeki yerini yeniden düşünmek, öğrencilerin bireysel ihtiyaçlarına ve çağın teknolojik imkanlarına uygun, yenilikçi ve öğrenci merkezli eğitim stratejileri geliştirmek zorunlu hale gelmiştir. Bu süreçte, ödevlerin daha anlamlı, etkili ve öğrencilere ilham veren bir öğrenme aracı olarak yeniden şekillendirilmesi, eğitimdeki başarıyı ve öğrenci memnuniyetini artırmanın anahtarı olacaktır. Öğrencilerin gerçek dünya becerilerini geliştirmelerine ve bilgiyi anlamlı bir şekilde uygulamalarına olanak tanıyan bir öğrenme ortamı yaratmak, eğitimin temel amacı olmalıdır.
Çocuğun Dünyasında Resim Yapmak
27 Şubat “Dünya Ressamlar Günü" kutlaması çerçevesinde görsel sanatlar bölümü olarak okulumuzda düzenlediğimiz “Minik Ellerden Canlı Resim” etkinliğinde çocukların ne kadar büyük bir heyecanla katılım sağladıklarını gördük. Özgürce düşlediklerini şekil ve renklerle resmederken ne kadar cesaretli olduklarına ve hayal dünyalarını ne kadar da serbestçe yansıttıklarına şahit olduk.
Videomuzu izlemek için buraya tıklayabilirsiniz.
Çocuğun dünyasında kendini resim yoluyla ifade etmesinin ne kadar önemli olduğunu, resim öğretmeni olduğum yıllar süresince onları izleyerek ve yaptıklarını takip ederek gözlemlemiş oldum.
Kalemi tutmasıyla başlayan resim yapma isteği, karalamalar şeklinde başlayıp süreç ilerledikçe renklerin ve şekillerin şenliği ile doyamadıkları bir zaman dilimine ulaşmaktadır. Öyle ki ilerleyen yaşlarıyla birlikte gelişen farkındalık daha da güzelleşen ifadeler, tüm hayallerini canlandırmaya başladıkları bu muhteşem ve sevgi dolu dünya ile herkesi iyileştirmeye yeter. Pablo Picasso’nun dediği gibi “Cisimleri gördüğüm gibi değil, düşündüğüm gibi boyarım.” aynı çocukların düşündüklerini o anda olduğu gibi resim yüzeyine aktarmaları ve renklendirmeleri gibi hayal gücünün özgürce kendini ifade etmesi. İşte duygulardaki gerçek aktarımda burada başlamaktadır. Resim yoluyla iç dünyalarını çekinmeden yansıtabilmelerindeki özgürlük, zorlandıkları yönde ifade etmek istediklerini başarabilmek için gösterdikleri sabır ve mücadele kişisel gelişimlerine büyük katkı sağlamaktadır.
Şair Osman Edip Türkmen tarafından dizelere dökülmüş şiiri ile yazımı noktalamak isterim.
BİR RESİM YAP ÇOCUĞUM
Bir resim yap çocuğum.
Kilim dokur gibi motif motif,
Dal dal, çiçek çiçek, ilmik ilmik.
Atkısı özgürlük, çözgüsü uygarlık olsun.
Bir resim yap çocuğum,
Bakmaya doyamadığım;
Bir resim yap çocuğum,
Bir resim;
Adı
MUSTAFA KEMAL olsun
Görsel Sanatlar Öğretmeni Hafize TEZCAN
Günümüz eğitim sistemi, sadece bilgi aktarımına odaklanan bir yaklaşıma sıkça eleştiri getiriyor.
Modern dünyada, öğrencilerin sadece bilgiyi ezberlemeleri yerine, kendi düşüncelerini geliştirmeleri
ve sorgulayıcı bir zihniyete sahip olmaları gerekiyor. İşte bu noktada, International Baccalaureate
Primary Years Programme (IB PYP) çerçevesindeki eğitim modeli, soru soran, meraklı ve eleştirel
düşünen nesillerin yetişmesine odaklanarak öne çıkıyor.
IB PYP, öğrencilerin sadece bilgiyi değil, aynı zamanda düşünce süreçlerini anlamalarını ve
sorgulamalarını teşvik eden bir öğrenme modelidir. Öğrencilere sadece cevapları öğretmek yerine,
sorular sorma becerisi kazandırmaya odaklanan bu model, öğrencilerin öğrenmeye aktif bir katılımını
teşvik eder.
Bu eğitim modeli, öğrencilerin dünya etrafındaki karmaşık sorunları anlamalarını ve çözüm bulma
becerilerini geliştirmelerini hedefler. Soru sorma süreci, öğrencilere çeşitli perspektiflerden bakma
ve eleştirel düşünce geliştirme fırsatı sunar. Öğrenciler, sadece bilgiyi değil, aynı zamanda bu bilgiyi
nasıl kullanacaklarına dair stratejiler de geliştirirler.
IB PYP çerçevesindeki eğitim, öğrencilere sorular sorma cesareti verir. Bu, öğrencilerin öğrenme
sürecinde aktif rol almalarını ve kendi keşiflerini yapmalarını sağlar. Sadece öğretmenlerden alınan
cevaplarla değil, aynı zamanda kendi çabalarıyla buldukları cevaplarla öğrenen öğrenciler, bilgiyi
daha derinlemesine anlama fırsatı bulurlar.
Küresel hedeflere çözüm bulma noktasında, IB PYP çerçevesi öğrencilere sadece bireysel düzeyde
değil, aynı zamanda toplumsal ve küresel düzeyde düşünme fırsatı sunar. Öğrencilere,
sürdürülebilirlik, adalet, eşitlik gibi küresel hedeflere ulaşmak için nasıl katkıda bulunabilecekleri
konusunda rehberlik edilir. Bu, öğrencilerin dünya vatandaşı olma sorumluluğunu üstlenmelerine ve
küresel sorunlara çözümler üretmeye odaklanmalarına yardımcı olur.
Sonuç olarak, IB PYP çerçevesi, soru soran, meraklı ve eleştirel düşünen nesiller yetiştirmek amacıyla
tasarlanmış bir eğitim modelidir. Bu model, öğrencilere sadece bilgi aktarmak yerine, bilgiyi anlama,
sorgulama, çözümleme becerilerini kazandırmayı hedefler ve aynı zamanda küresel hedeflere yönelik
çözümler üretebilecek bilinçli bireyler yetiştirmeyi amaçlar. IB PYP çerçevesindeki eğitim, gelecekteki
liderleri ve düşünürleri şekillendirmek için önemli bir adımdır
Dünya Kadınlar Günü, kadınların sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi başarılarına odaklanan
bir gün olarak kutlanır. Spor dünyası da bu başarıların önemli bir parçasıdır ve son yıllarda
kadın sporcuların gücü ve başarısı, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde önemli bir rol
oynamıştır. Bu bağlamda, Paris Olimpiyatlarına yönelik artan kadın-erkek eşitliği çabaları,
toplumsal cinsiyet eşitliğinin ilerlemesine önemli bir vurgu yapmaktadır.
Kadınlar, spor dünyasında uzun bir süredir var olmalarına rağmen, erkek sporcularla
karşılaştırıldığında daha az fırsatlar ve kaynaklara erişim gibi pek çok zorlukla karşı karşıya
kaldılar. Ancak, son yıllarda bu durumlar değişmeye başladı ve kadın sporcuların gücü ve
yetenekleri giderek daha fazla tanınmaya başladı. Artık spor alanında kadınlar da önemli
başarılar elde edebiliyor ve bu başarılar toplumun genelinde büyük takdir görüyor. Hatta
küçük yaşlarda kızlarımıza rol model olarak geleceğin güçlü başarılı sporcuları olmak için
umut oldular.
Kadınların erkeklerle eşit konuma gelmesi eşit haklara sahip olması asırlar boyu sürmüştür.
İlk olimpiyatlara katılana kadar geçirdikleri serüveni biraz paylaşmak isterim. Tabii bu
mücadele kıran kırana da devam etmektedir. Türkiye’de de dünyada da hala bunun
mücadelesi verilmektedir. Bu mücadelenin görünür olduğu alanlardan biri de spor
dünyasıdır.
Olimpiyatlar yapılırken oyunlar sadece özgür Yunan halkına ve erkeklere açıktı. Kadınlar için
biraz daha değişik ve cezayı öngören uygulamalar vardı. ‘’Yunanistan’ın Tasviri’’ adlı eserinde
Pausanias: ‘’Eğer bir kadın olimpiyatlara katılırsa yüksek bir dağdan atılmakla cezalandırılır.’’
diye yasaklardan bahseder. Sadece katılmaları değil kadınların izlemeleri, kişileri
desteklemeleri ve stadyumlara girmeleri de yasak. Tarihte iki kadının bu yasağı deldiği
biliniyor. (Kadınlar engellemez ucunda ceza olsa bile ).
Kadınlar bu hakları elde edene kadar birçok yoldan geçiyor. Kadının spor tarihi mücadele
tarihidir diyorum ben. Öncü kadınların bunda çok önem taşıdığını söyleyebiliriz. En
önemlilerinden biri de 1896’daki ilk olimpiyatlarda öne çıkan Stamatia Revithi. Olimpiyatlara
başvuruyor ancak geç kaldığı düşüncesiyle olimpiyatlara kabul edilmiyor. O da ertesi gün aynı
maraton mesafesini tek başına koşuyor ve çıkış-varış zamanını gösteren belgeyi de
yöneticilere onaylatarak tarihte kendisine yer ediniyor. Ve ilk modern olimpiyatların ilk
protestosu da bu şekilde gerçekleşmiş oluyor. 1896’daki bu olimpiyatlara kadınlar davet
edilmeyince 1900 Paris olimpiyatlarında bazı ulusal olimpiyat komitelerinin baskısıyla davet
ediliyorlar. Ancak beş branş için kadınlara yarışma imkânı veriliyor. O dönemde olimpiyat
komitesinin kurucusu Baron Pierre de Coubertin’in, söylemlerinde kadınların spora
katılmaması gerektiği, kadınların rolünün erkeklerin galibiyetini takdir etmek olduğunu
sürekli vurguluyor. Kadınlar durur mu bir kez aklına taktıysa bu yolda ilerlemek için her şeyi
yaparlar .Bunun üzerine erkek kulüplerinden kabul görmeyen kadınlar birlik olarak İki kadın
kulübü kuruluyor ve Fransa Kadınlar Spor Federasyonu kuruyorlar.
Allice Millat ise Uluslararası Kadınlar Spor Federasyonu’nu kurarak olimpiyat oyunlarını
kadınlara özgü olarak düzenlemeye başlıyor. İlk oyunların bu kadar ses getirdiğini gören
uluslararası olimpiyat komitesi, bu oyunların olimpiyatların prestijine zarar vereceğini düşünerek olimpiyat kelimesinin kullanılmaması gerektiğini söylüyor. Ve Allice Millat ile
yapılan görüşmeler sonucunda atletizmin de kadın etkinlikleri kapsamında olimpiyatlarda yer
almasıyla organizasyonun adı değiştiriliyor. 1936’da kadın atletizmi oyunlarda kesinlikle yer alacağının sözü alınsa da 11 disiplinde olimpiyatlara girebilme serüveni ancak 28 yıl kadar sürüyor ve 1964 Tokyo olimpiyatlarına kadar bekleniyor ve sonunda kadınlar tüm branşlarda katılmış oluyor.
Gelelim günümüze Paris Olimpiyatları, kadın-erkek eşitliği konusunda önemli bir kilometre
taşı olabilir. Olimpiyatların köklü tarihinde, erkek sporcuların sayısı ve etkinlikleri genellikle
kadın sporcularınkine göre daha fazla olmuştur. Ancak, son yıllarda, Uluslararası Olimpiyat
Komitesi ve diğer kuruluşlar, kadın sporcuların daha fazla temsil edilmesi için çaba
göstermektedirler. Paris Olimpiyatları, bu çabaların somut bir sonucu olarak daha fazla kadın
sporcunun katılımına ve daha fazla kadın etkinliğine sahne olabilir.
Kadın sporcuların daha fazla temsil edilmesi, sadece spor dünyasında değil, aynı zamanda
toplumun genelinde de önemli bir etkiye sahip olabilir. Bu temsil, genç kızlara ve kadınlara
spor yapma ve liderlik rollerine yükselme konusunda ilham verebilir. Ayrıca, kadınların spor
dünyasında daha fazla yer alması, toplumun genelinde toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda
farkındalığı artırabilir ve kadınların potansiyellerini tam olarak kullanmalarına olanak tanır.
Bunun en önemli kanıtı sanırım Filenin Sultanları olsa gerek büyük başarıları ile kim bilir kaç
genç kızın rüyalarına milli takım sporcusu olma yolunda umut tohumlarını ektiler ve daha
azimle, hırsla yaptıkları sportif branşlara sarıldılar.
Ancak, Paris Olimpiyatlarına kadar olan süreçte kadın-erkek eşitliği konusunda daha fazla
adım atılması gerekiyor. Kadın sporcuların desteklenmesi, eğitim almaları ve kaynaklara
erişimlerinin artırılması, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde önemli bir adım olacaktır.
Ayrıca, spor organizasyonlarının ve federasyonlarının kadın sporculara eşit şartlar sağlaması
ve cinsiyet ayrımcılığına karşı sıfır tolerans politikaları benimsemesi de önemlidir.
Sonuç olarak, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, kadınların spor dünyasındaki gücünü ve
başarılarını kutlamak için bir fırsat sunmaktadır. Paris Olimpiyatları ise kadın-erkek eşitliği ve
toplumsal cinsiyet eşitliği konusundaki çabaları vurgulamak için bir platform sağlayabilir.
Kadın sporcuların gücü ve başarısı, toplumun genelinde daha adil ve eşitlikçi bir dünya için
önemli bir itici güç olmaya devam edecektir.
Dönüştüren edebiyat... Edebiyatın salt kurmaca metinler yaratmadığını, geleceğin dünyasını inşa ettiğini söyleyebiliriz. Biz okurlara hayal dünyasının kapılarını aralayan, çeşitli zorluklara çözüm getiren bir çıkış noktası vadettiği de temel özelliğidir kanımca. Edebiyat deyince de en başta hemen hepimizin aklına zevkle okuduğumuz dünya klasikleri geliyor. Herkesin klasiklerde özellikle bir favorisi vardır diye düşünüyorum. Mesela kimimiz için Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza”sı, kimimiz için Victor Hugo’nun “Sefiller”i, kimimiz için ise Ernest Hemingway’in “Yaşlı Adam ve Deniz”i ilk aklıma gelenler. Bunların her birimize adalet, mücadele, özgürlük ve sayamadığım birçok duygu ve düşünce kattığını, bugünün toplumunu inşa eden eserler olduğunu söyleyebilirim. Peki, 21. yüzyıla ulaştığımızda biz eğitimciler olarak sizce hangi klasik eser yazarını anmadan geçmemeliyiz? Bazılarımızın hemen aklına geldiği gibi bu önemli yazar, Jules Verne’dir. Jules Verne’in diğerlerinin arasından nasıl ayrıldığına gelince, kendisi belki de yaşadığı dönemdeki çocuklara en önemli yeteneği kazandırabilmiş: hayal etme yeteneği. Yazar, 1828'de Fransa’da doğmuş ve hayatını kaybettiği 1905 yılına kadar önce kendisi hayal ederek birçok eser ortaya koymuştur. H.G. Wells ile bilim kurgu türünün öncülerinden olan yazar; bilim kurgu ile teknoloji arasında âdeta bir köprü vazifesi görmüş, olmaz dediklerimizin olabileceğini bize göstermiştir. Jules Verne; Balonla Beş Hafta, Ay’a Yolculuk, Denizler Altında Yirmi Bin Fersah, Dünya’nın Merkezine Seyahat gibi önemli eserleri kaleme almıştır. Tabii bu eserleri kaleme almakta sadece hayal gücünün değil, aynı zamanda döneminin bilim çalışmalarını takip etmesinin etkisi vardır. Örneğin Ay’a insanlı ilk yolculuk Apollo Projesi kapsamında 1969 yılında yapılmışken Jules Verne’in “Ay’a Yolculuk” eseri 1865'te yayımlanmıştır. Yazarın öngördüğü bundan başka birçok önemli icat olduğunu söyleyebiliriz. Gelin bazılarına yakından bakalım:
1. 1889’da bir makalesinde gazetelere alternatif olacak, sunucuların insanlara sunacağı haberler olacağını söylemiş ve bu 1920’lerde gerçekleşmiştir.
2. “Yirminci Yüzyılda Paris” eserinde insanların yerini alacak dronelardan özellikle savaş gibi durumlarda bilgi alışverişinde faydalanılacağı yer almıştır.
3. 1889’da yazdığı başka bir makalede uzaktan görüntü aktarımı yapabilen algılayıcı aynalar olarak söz edilen bir sistemden bahsetmiştir ve şu anda günümüzde hayatımızın her alanında kullanılan bir teknoloji olarak yerini almıştır.
4. “Bayrakla Yüzleşmek” adlı eserinde ise havada hareket hâlinde yön değiştirebilen günümüzün güdümlü füzelerinden bahsetmiştir.
Tüm bunlardan da görüyoruz ki çocukların dolayısıyla geleceğin yetişkinlerinin nasıl yetiştiği, neler okuduğu çok önemli bir yere sahiptir. Çocukların değer yargılarını ve yaratıcılıklarını etkileyen şeyin edebiyatın bu büyük ve dönüştürücü etkisi diyebiliriz. Tabii ne olursa olsun yine eğitim ve edebiyatla değer yargılarının yerleşmesi, insanlığın yararına olacak teknolojinin öne çıkması önemlidir.
Konumuza daha yakın tarihten örneklerle devam edebiliriz. IBM tarafından geliştirilen, saniyede iki yüz milyon pozisyon deneyebilecek beceriye sahip “Deep Blue” adlı bilgisayar, 11 Mayıs 1997’de “Dünya Satranç Şampiyonu” Garry Kasparov’u yenmeyi başararak yapay zekânın neler yapabileceğine dair sanki bize göz kırpıyordu. Başka bir örnek ise Isaac Asimov’un 1940’ta yazmaya başladığı “Ben, Robot” eserinde insan gibi davranan robotları insanlara yardımcı olarak tasvir etmişti. Asimov 1992’de öldü fakat 2016’da Hong Kong merkezli Hanson Robotics’in geliştirdiği “Sophia” adlı yapay zekâya sahip robotu görseydi yazdığı romanı ve teknolojinin geldiği noktayla ilgili ne düşünürdü acaba? Gerçi Asimov’un “Bugünün bilim kurgusu, yarının bilimsel gerçeğidir.” sözü belki de onun şaşırmayacağını hepimize kanıtlar niteliktedir.
Günümüzde teknoloji hayatımızın her alanını derinden etkiliyor. Bazılarımız teknolojinin edebiyatın yerini alacağını düşünse de ben bunu bir dönüşüm olarak değerlendiriyorum. Teknoloji, edebiyatın kitlelere daha kolay ulaşmasını sağlıyor. Bunu nasıl mı yapıyor? Kitapların dijitalleşmesi ile e-kitap kavramı hayatımıza girdi, tabii bunu daha da ilginç kılan sesli kitapları da atlamamak lazım. Bireysel olarak insanların internet siteleri tasarlayabilmeleri; kendi edebî zevklerini, okuduklarını paylaşabilmeleri de önemli dijitalleşme faaliyetleridir. Yaratıcı yazma platformları, çevrim içi edebiyat dergileri de amatör yazarların eserlerini paylaşmasını ve geri bildirim almasını kolaylaştırıyor. Ancak teknolojinin bu erişilebilirliği beraberinde bazı sorunları da getiriyor. Özellikle dikkat dağıtıcı unsurların artmasıyla insanların kitaplara olan ilgisi azalabilir mi? Sosyal medya, video oyunları ve diğer dijital içerikler, geleneksel edebiyatın önüne geçebilir mi? Bu soruların cevabı belirsiz olsa da teknolojinin edebiyata olan etkisi sürekli tartışma konusu olmaya devam ediyor.
Edebiyat ile teknoloji arasındaki ilişki, böylesine karmaşık ve sürekli evrilen bir süreçken dönemin şartlarını kendi lehimize kullanmak, günümüzün öğrenci profiline uygun ders planları, sınıf iklimi oluşturmak önceliğimiz olmalıdır. Burada asıl mesele, branşım bazında gerekli noktalarda öğrenciyi sınıf içinde de aktif etmenin gerekliliğidir. Millî Eğitim Bakanlığının da bu sene dersimizi okuma, yazma, dinleme ve konuşma gibi becerilere ayırmasından anlaşıldığı üzere öğrenci; okuduğunu, dinlediğini anlamalı, kendini sözlü ve yazılı ifade edebilmelidir. Bu bakımdan dersler ünitelere göre gerek teknolojiyle desteklenmeli gerek kitaplara gerçekten dokunmalı, kütüphane kültürü oluşturulmalı gerekse öğrencinin aktif edildiği ders ortamları kurgulanmalıdır. Böylece sürdürülebilir öğrenme stratejileri ile yeni nesil öğrenenlerin özellik ve ihtiyaçlarına göre içerikler aracılığıyla dönüşen bireyler yetişmiş olacaktır. İleride teknolojinin edebiyatı ya da edebiyatın teknolojiyi nasıl şekillendireceğini tam olarak bilemeyiz fakat ilişkilerini Jules Verne’e kadar götürebildiğimiz somut ilişkisi mutlaka devam edecek ve bu iki alan arasındaki etkileşim, her ikisinin de gelişimine katkı sağlayacaktır.
Dijital Liderlerimiz, özellikle son bir yılda sıra dışı yeteneklerle hayatımıza giren yeni nesil yapay zekâ teknoloji ve araçları ile tanışmak, geçtiğimiz yıllarda DLA programında merkeze alınan “aktif öğrenme” yaklaşımını üretken yapay zekâ araçları ile zenginleştirmek, etik ve sorumlu kullanım konusunda deneyim ve farkındalığı artırmak gibi amaçlarla gerçekleştirilen "Yeni Nesil Öğrenenler için Yapay Zekâ Çağında Aktif Öğrenme" eğitim modülünü %93 gibi yüksek bir oranla eksiksiz tamamladılar. İkinci dönem çalışmalarına da hızla başlayan Dijital Liderler; teknoloji ile zenginleştirilmiş etkinlik çeşitliliğini artırmak, Işık Dijital Pasaport Programı uygulayan öğretmenlere ilham verecek içerikler tasarlamak ve tüm okul toplumunda üretken yapay zekâ araçlarının branş bazında verimli kullanımı konusunda örnek uygulamalara imza atmak hedefleri ile çalışmalarına devam etmektedir.
Günümüzün öne çıkan teknolojilerinden olan üretken yapay zeka kavramıyla tanışmak, öğretmenlerin aktif öğrenme süreçlerini zenginleştirmek ve üretken yapay zekayı etik ve sorumlu kullanım konusunda farkındalığı artırmak amacıyla düzenlenen "Üretken Yapay Zeka ile Aktif Öğrenme" kursunun birinci dönemi, büyük bir başarıyla tamamlandı. Kursu başarıyla tamamlayan Dijital Liderler Akademisi öğretmenlerine sertifikaları verilmeye başlandı.
Üretken Yapay Zeka ile Aktif Öğrenme kursu, öğretmenlere üretken yapay zeka teknolojilerini kullanarak öğrenme süreçlerini geliştirmeleri için gerekli bilgi ve becerileri sağlamayı hedefliyor. Kurs boyunca, öğretmenlere video dersleri, sunumlar, forum tartışmaları, kısa sınavlar gibi çeşitli eğitim materyalleri sunuldu. Her konu başlığına ilişkin etkinlikler ve ek görevler sayesinde öğretmenler, konuları daha derinlemesine öğrenme ve uygulama fırsatı buldular.
Kursun amacı, öğretmenlerin üretken yapay zeka teknolojilerini etkin bir şekilde sınıflarında kullanmalarına olanak sağlamak ve öğrencilerin öğrenme deneyimini zenginleştirmektir. Üretken yapay zeka, öğrencilerin özgün fikirler geliştirmelerine, yaratıcı düşünmelerine ve problemleri çözmelerine yardımcı olurken, öğretmenlerin de öğrencilerin ilgi ve ihtiyaçlarına uygun şekilde rehberlik etmelerini sağlar.
Dijital Liderler üretken yapay zeka ile aktif öğrenme konusundaki bilgilerini ve becerilerini kanıtlamak amacıyla bir sertifika almaya hak kazandılar. Bu sertifika, öğretmenlere üretken yapay zeka teknolojilerini etkili bir şekilde kullanma yetkinliklerini gösterme ve mesleki gelişimlerini kanıtlama ve bölümlerine aktarma imkanı sağlıyor.
Üretken Yapay Zeka ile Aktif Öğrenme Kursu, Dijital Lider öğretmenler arasında büyük bir ilgi ve katılım gördü. Katılımcılar, kurs boyunca hem teorik bilgileri öğrenme hem de pratik uygulamalar yapma fırsatı bulduklarını belirttiler.
Kursun, öğretmenlerin öğrencilerine daha ilgi çekici ve etkili bir eğitim sunmalarına yardımcı olacağına inanılıyor. Üretken yapay zeka teknolojileri günümüzde eğitim alanında büyük bir potansiyele sahip. Bu tür kurslar aracılığıyla öğretmenlere sağlanan eğitim ve sertifikasyon programları, öğretmenlerin bu teknolojileri etik ve sorumlu bir şekilde kullanmalarını teşvik ediyor. Bu sayede, öğrencilerin eğitim deneyimleri daha verimli ve etkileyici hale geliyor.
Üretken Yapay Zeka ile Aktif Öğrenme Kursunun birinci kısmını başarıyla tamamlayan öğretmenleri tebrik ediyor ve gelecekteki çalışmalarında başarılar diliyoruz. Üretken yapay zeka teknolojileri, Dijital Lider Öğretmenlerin eğitim alanındaki yenilikçi yaklaşımları desteklemelerine ve öğrencilerin potansiyellerini keşfetmelerine olanak sağlayacak önemli bir araç olmaya devam edeceğine inanıyoruz.
DİJİTAL MİRAS
Dijital ayak izi en temel tanımıyla bireyin internet üzerindeki etkinliklerinin bir iz düşümüdür. Sürekli dijitalleşen ve her geçen gün daha da içinde bulunduğumuz bu dijital ortamda dijital ayak izinin önemi artmaktadır. İnternet kullanımının artması ve yapay zekanın gelişmesiyle çevrimiçi ortamlarda bırakılan dijital ayak izleri konusunda daha bilinçli olunması bir gereklilik hâline gelmiştir. Günümüzde dijital ayak izleri, bireylerin çevrimiçi etkinliklerini takip etmek ve analiz etmek için de kullanılır. Bu bilgiler genellikle reklamcılık ve pazarlama gibi alanlarda işlenmektedir. Kariyer başvurularında bu izler değerlendirilmekte ve işe alımlarda büyük önem taşımaktadır. Kişisel bilgi güvenliği ve gizliliği, dijital ayak izinin önemini artıran başka temel faktörlerdendir.
Bireylerin günlük internet kullanımı ve internete daha kolay erişim sağlayabilmeleri ile birlikte insanlar her gün, her saat ve hatta her dakika internet ortamına dijital ayak izi bırakmaktadır.
Yazımda ilk olarak dijital ayak izinin öneminden bahsetmek istedim. Yazının başlığında yer alan “DİJİTAL MİRAS” kavramının önemini anlayabilmek için ilk olarak dijital ayak izinin sınırlarına hakim olmamız ve bu konudaki farkındalığımızın yüksek olması gerekmektedir. Yapay zeka ile birlikte her gün hayatımıza yeni terimler girmektedir. Yapay zekanın ortaya çıkmasıyla “YAPAY ZEKA HUKUKU” kavramıyla tanıştık. “DİJİTAL MİRAS” ise hayatımıza yeni giren kavramlardan bir başkasıdır. En temel tanımıyla dijital miras, bireyin hayatını kaybetmesi durumunda kalan dijital varlıklarının ve hesaplarının planlanma ve belirlenme sürecidir. Dijital miras e-posta hesapları, sosyal medya profilleri, dijital fotoğraflar, videolar, müzik koleksiyonları, dijital dosyalar, web siteleri, bloglar ve diğer çevrimiçi varlıkları içerir. Ancak yazımda belirtmek istediğim, sosyal medya kullanımıyla ortaya çıkan dijital miraslardır. Çünkü günümüzde neredeyse her bireyin bir sosyal medya hesabı bulunmaktadır.
Bireyler sosyal medya hesaplarında gönderiler paylaşıp, beğeniler gerçekleştirip, yorumlar yapmaktadır. Sosyal medya üzerinde yapılan bu etkinlikler diğer platformlara nazaran daha hızlı yayılmakta ve kayıt altına alınabilmektedir. Sosyal medya hesaplarımızda gerçekleştirdiğimiz bu etkinliklerin kayıt altına alınması sadece kendimiz için değil, bizden sonra gelecek nesillerimiz için de çok önemlidir. Bizlerin çevrimiçi ortamda yapmış olduğu bir paylaşım, bir yorum sadece bizim dijital ayak izimiz olmaktan çıkarak ailemizin, çocuklarımızın ya da sevdiklerimizin de izi olmaktadır.
Yazımda anlatmaya çalıştığım “DİJİTAL MİRAS” terimini sizlere şu şekilde özetleyebilirim: İnternet kullanımının ve erişiminin çok kolay olduğu bu yıllarda internette bıraktığımız her ize çok dikkat etmemiz gerektiğini unutmamalıyız. Bıraktığımız bu izlerin bir gün gelecek nesillere miras gibi kalarak onların da hayatlarını etkileyebileceğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Bu konu ile ilgili olarak sadece kendi farkındalığımızın değil, mutlaka öğrencilerimizin ve aile bireylerimizin de farkındalığını artırmalıyız.
Dijitalleşen çağda karşımıza çıkan “Dijital Miras” terimi, ilerleyen süreçlerde de önemli bir yer tutacağa benziyor. Bu sebeple dijital vatandaşlık konusunda farkındalığı yüksek bireyler yetiştirmek geleceğimiz için oldukça önemlidir. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.
Biyoloji, yaşamın bilimsel olarak incelenmesidir. Yaşamın temel prensiplerini anlamak için çok önemli bir bilim dalıdır ve günümüzde yapay zekâ gibi yenilikçi teknolojilerle birleştirilerek öğrenme deneyimlerini zenginleştirmek için büyük potansiyele sahiptir. Yapay zekâ, biyoloji eğitiminde öğrencilerin terminolojiyi ve konu içeriklerini daha derinlemesine anlamalarını sağlamakta yardımcı olabilir, laboratuvar deneyimlerini simüle edebilir ve öğrenci başarısını değerlendirmek için yeni araçlar sunabilir. Biyoloji eğitiminde yapay zekâ teknolojileri, öğrenme sürecine çok önemli alanlarda yardımcı olabilir. Bu alanları şu şekilde inceleyebiliriz:
1. Biyolojik Veri Analizi ve Modelleme:
Yapay zekâ, biyolojik verilerin analiz edilmesi ve modelleme süreçlerinde önemli bir rol oynar. Örneğin, genetik verilerin analizi için kullanılan yapay zekâ algoritmaları, genetik hastalıkların nedenlerini anlamak ve potansiyel tedaviler geliştirmek için bilim insanlarına değerli bilgiler sağlar.
2. Sanal Laboratuvarlar ve Simülasyonlar:
Yapay zekâ, sanal laboratuvarlar ve simülasyonlar oluşturmak için kullanılabilir, bu da öğrencilere laboratuvar deneyimi sağlar ve kavramları uygulamalı bir şekilde öğrenmelerini sağlar. Örneğin, yapay zeka destekli bir simülasyon, öğrencilere hücre bölünmesi veya genetik mutasyonların etkileri gibi karmaşık biyolojik süreçleri görselleştirmelerine olanak tanır. Bu durum da terminolojinin öğrenilmesini ve günümüzde uygulanması zor ve pahalı olabilen bazı deney deneyimlerini çok rahatça gerçekleştirilmesini sağlar.
3. Kişiselleştirilmiş Öğrenme Deneyimleri:
Yapay zekâ, öğrencilerin bireysel öğrenme ihtiyaçlarını anlamak ve kişiselleştirilmiş öğrenme planları oluşturmak için kullanılabilir. Örneğin, öğrencilerin önceki bilgi seviyelerine ve öğrenme hızlarına göre uygun materyaller ve aktiviteler sağlayabilir.
4. Biyolojik Sınıflandırma ve Tanı:
Yapay zekâ, biyolojik organizmaları sınıflandırmak ve hastalıkları teşhis etmek için kullanılabilir. Örneğin, derin öğrenme algoritmaları, biyolojik görüntülerden hastalık teşhisini otomatik olarak yapabilir ve tedavi önerilerinde bulunabilir.
5. Öğrenci Performansı Değerlendirme:
Yapay zekâ tabanlı değerlendirme araçları, öğrenci performansını izlemek, analiz etmek ve değerlendirmek için kullanılabilir. Bu araçlar, öğretmenlere öğrencilerin güçlü ve zayıf yönlerini belirleme ve öğretim stratejilerini buna göre ayarlama fırsatı sunar.
Biyoloji eğitiminde yapay zekâ uygulamaları, öğrencilerin daha derinlemesine öğrenmelerini sağlayarak ve öğrenme deneyimlerini zenginleştirerek geleceğin öğrenme paradigmasını şekillendirmektedir. Bahsedilen teknolojilerin etkili bir şekilde kullanılabilmesi ile günümüzde yaşadığımız sınıf içi deneyimlerin yerini yenilerine bırakacağını söyleyebiliriz.